Feyzi Açıkalın

Batıya kaptırdıklarınızdan haber var

24 Kasım 2017 Cuma

Öncelikle söyleyeyim, iyiler… Farkındaysanız, ülkeden kaçırttığınız gençlerden selam getirmedim;
çünkü onlar için arkada bırakılmışlardan değilsiniz. Tersine, nerde sizin izinize rastlasalar hala içleri
kalkıyor.

Hiçbirisinin bir eli yağda, diğeri balda değil. Türkiye imajının yerlerde süründüğü bir dönemde, dev
tüketim toplumlarının her türlü sektöründe bilgi ve becerileriyle yer kapmaya çalışıyorlar. Pahalı
işgücü ve hizmetlerin yaşamı daha da zorlaştırdığı o ülkelerde tutunmaya çabalıyorlar.

Ülke zenginliğinin, belki de adilce paylaşımının insanları yoğun çalışmaktan alıkoyması onlara tuhaf
geliyor. Çünkü çok çalışıp ve üretip ama az ücretlendirilen bir ülkeden gelmişler. Şimdi ise emeklerinin
karşılığının hemen ve dürüstçe değerlendirilmesine, nedense alışamamışlar!

Bırakıp geldiği ülkelerinin, bırakın Batı limanından uzaklaşmasını, palamarları çözülmüşçesine
sürüklenmekte olduğunu görüyorlar. Biz geride kalmışlar ise, üç saatlik bir uçak yolculuğu sonrasında,
üstüne eklenen diğer bir (sabitlenmiş!) üç saat farkının getirdiği jet-lag’i yedikten sonra ancak kopuşu
fark ediyoruz!

Ama düş kırıklığı içinde değiller. Her şeye karşın kendilerini çok özgür hissediyorlar… Çünkü kimse
onların yaşamına karışmıyor, düzenlemeye çalışmıyor. Onları sorgulayıp, ders vermiyor.

Gelecek belirsizliğinin insanları kabalaştırıp, açıkgöz olmaya itmediği; gelenekleri ile yaşayan ama
bunu bir ülke zenginliği olarak gördüğü göçmenlerine dayatmayan; diğer taraftan, denetlenmediği
görüntüsü verse de sıkı sıkıya uyulan bir kurallar bütünlüğünün olduğu sistemleri seviyorlar.

İnsan odaklı her davranış onları çok etkiliyor. Metroya binerken yardım amacıyla ucundan
tutuluveren bir valiz; adres sorulduğunda detaylıca yapılan tarif; yol yapımlarında kullanılan çok ileri
tarihli uyarı levhaları, o ülkeleri hep birer sevme nedeni.

Tanımadığı kadınlara “aşkım!” (love, darling) diye hitap edilen ama bu davranışın asla kötüye
çekilmediği insanlık halleri… Çocukların azarlanmadığı, otobüslerde ağızlarına vurulmadığı; onların da ağlamadığı… Kurulduğu tarihten beri parasız gezilen müzelerindeki insan kalabalığı… Bir köşesinde sessizce sayfa karıştırılan kitapçılar…

Politikacının görüntüsünün, sözlerinin beyinleri tırmalamadığı ama büyük bir dürüstlükle kimi
desteklediğini evinin girişine astığı broşürde açıklayan kentli yaşamı… Şehir şebekesinden su
içilebilen… Ayrı yol ayrılmayan bisikletliye büyük araçlarca bile önceliğin tanındığı…

Tablolardaki gibi bir sonbaharı yaşamak, içinde spor yapmak için şehir dışına çıkmak zorunda
kalınmayan şahane ormanlar, piknik alanları… Erkek tuvaletlerinde bile, bebek hijyenik bakım
ünitelerinin yer aldığı sosyal mekanlar, çalışanlarının nazik davranışları o ülkeleri tercih nedeni
yapıyor.

Daha önce de yazmıştım; gençlerin büyük beklentileri ve ne yazık ki geleceğe ait şekillenmiş bir
düşleri de yok. Çünkü bu ülke onlara “düşün en kırıklığını” yaşattı… Şimdilik, özlem duydukları o
havayı solumakla ve bekleyip görmekle meşguller… En büyük destekçileri de mahallelerindeki,
Türkiye’den yıllarca önce gitmiş bakkal amcaları… Çocuklar onlara emanet…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları