Feyzi Açıkalın

Aykut Kocaman yorgunluğu

09 Kasım 2017 Perşembe

Fenerbahçe futbol takımının teknik direktörü Aykut Kocaman’ı futbol şortlarının en frapan
olduğu 1980’li yıllardan beri tanıyorum. Türkiye ortalama vatandaşı ise onu 1996 futbol
sezonu son maçından sonra daha iyi tanıdı. Trabzonsporlu meslektaşlarının şampiyonluğu
kaybetmesinden dolayı üzgün olduğunu, Fenerbahçe’nin o yıllardaki sahibi(!) Ali Şen’in
hilafına söylemiş ve gönüllerde taht kurmuştu.

Kocaman’la yan yana ise ilk kez Esenboğa havalimanında geldik. Çalıştırdığı Ankaraspor ile
Antalya'ya gidiyorlardı. İlk izlenimim, boyunun göründüğünden kısa olduğuydu. Koltuğunun
altında, futbolcunun genelde taşıdığı, içinde ne olduğunu hiç kestiremediğim bir arzuhalci
çantası vardı.

Her zamanki gibi tek elini eşofmanın cebine sokmuş, uçağa giden otobüsün camından
öylesine boşluğa bakıyordu. Yanındaki futbolcularıyla konuşmuyor, etrafına da
bakınmıyordu. Bu bir göz kaçırma, gereksiz soru ve selamlaşmadan kaçınma özeni değildi.
Aksine, dikkatlerin onun üstünde olup olmadığı kendisini hiç ilgilendirmiyormuş gibi
duruyordu.

Bana trans halindeymiş gibi gelmişti. Ama mesleğine ilişkin bir konsantrasyon içinde de
değildi sanki. Orada yokmuş, o bir hayaletmiş de insanlar onu zaten görmemekteymişler(!)
gibi bir ruh halindeydi.

Etkilenmiştim gördüklerimden. O artık, golleri attıktan sonra jimnastikçiliğinden kalma bir
çeviklikle havya sıçrayıp, sonra da soyunma odasına giden bir futbolcu değildi. Şimdi futbol
yazar çizeri, klüp sahibi ve futbolu kendisinden iyi bilenlerin(!) tribünde olduğu bir arenaya
atılmıştı. Dövüşmeliydi; kendisinden beklenen buydu.

Çünkü futbolculuğundan kalma saygın duruşu kendisini izliyordu. Sporculuğunda sergilediği
farklılığın, yeni iş koluna nasıl yansıyacağının merakıyla değerlendiriliyordu. Herkesin bildiği
Fenerbahçeli günler; Aziz Yıldırım'ın zor günlerinde gösterdiği sadakat, dik duruş onu özellikle
Fenerbahçelilerin gözünde daha yüceltti.

Bu arada Türk futbolu da ülkenin ekonomik ve siyasal yapısına göre değişmekteydi. Stadlar
boş kalmaktayken, futbol kulüpleri birbirinden farklı nitelikteki yabancı sporcularla dolmuştu.
Teknik direktörün yani İngilizce’deki tanımıyla menajerin idareciliği daha önem kazanmaya
başlamıştı.

Ama Kocaman son Fenerbahçe macerasında yine kaldığı yerden devam ediyordu.
Futbolculuğunda, “kendisine oynamayan” paylaşımcı golcü özelliği, karekter gelişmişliği,
komplekslerinden arınmışlığıyla bir iyi insan portresi verirken, idareciliğinde aynı başarı
gözlenmiyordu.

Kocaman’ın genel anlamda konuşmaması(!), her türlü iletişimsizliği tabii ki çok yorum
kaldırdı. Karşıtlarını tartışmaya değer mi bulmuyordu? Cahil miydiler, yoksa kötü niyetli
olduklarını sezdiği için mi onlara yanıt vermiyordu?

Yoksa, hepimizin düştüğü hataya düşüp, 52 yaşında bile kendisini dinç hissetmesinin, genç
futbolcularla olan kuşak çatışmasına neden olmayacağını mı zannediyordu? Artık bir kuşağın
25 yıl değil, 10 yıldan bile az bir süre için tanımlandığı dünyada, 25 yaşındaki genci anlama
adına gayret göstermiyor muydu? Aksine, ona sürekli ders vermeyi öngörür, onunla çatışır
bir yönetim modelinin kendisini koruduğunu mu zannediyordu?

Fenerbahçe futbol seyircisi, Chelsea antrenörü Antonio Conte gibi gollerden sonra tribünlere
atlamasını ondan beklemiyor. Ama kameralar ona döndüğünde tanık olduğumuz donukluk,
tutukluk, sevinci gizleme hali Fenerbahçelileri yordu.

Taraftar Kocaman’ı çözmeye çalışmaktan yoruldu. Değişen futbol dünyası içinde güçlü
görüntü verebilmenin parametreleri değişti. Sonucun alınamadığı bir kişilik gösterisi, eski
saygınlığı yitirme tehlikesini de beraberinde taşıyor.

Bizim yorgunluğumuz tamam da, günümüz siyasi kullanımından farklı olarak Kocaman artık
“ruh yorgunluğu” geçiriyorsa işler kötü. O zaman kendisinden ricacı olmak da bizim
hakkımız...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları