Feyzi Açıkalın

Acı mütehassıslığı

11 Aralık 2016 Pazar

Ağrı ve acı ayrı şeylerdir. Ağrı doğrudan tıbbı ilgilendirir. Ağrıyı giderecek Algoloji (ağrı) merkezleri vardır. Tıbbi belirtilerin niteliğine göre hastaya tedavi uygulanır ve bir ölçüde başarıya ulaşılır.

Oysa acı öyle mi? Sözlüklere bakarsanız, “daha yüzeysel olanlara acı denir” yazar. Tam tersi; acı içinden parçalar kopartır insanın. Yaşam dengelerini alt üst eder…

Ağrı uzmanlığı eğitim gerektirir ya da teorik bir eğitim sonucunda gerekli donanıma kavuşulur diyelim. Acının ise okulu yoktur; yaşam boyu süren pratikle, el yordamıyla öğrenir insan acıyla baş etmesini.

Bilimsel veriler, doğruluğu sabitlenmiş deneyler üstüne kurulu ağrı uzmanlığı, ilerleyen yıllarda da işe yarar. Acıyla baş etmeyi genç yaşta öğrendiğini zanneden insanoğlu, tam aksine yaşam pratiğinin getirdiği travmalarla, muhtemelen de çuvallayacaktır...

Hele dengelerini henüz oturtamamış bir ülkede yaşanıyorsa… Binyıllar boyunca “acıyı bal eyleyerek” yurt edinmeye çalışan kadim uygarlıkların ülkesinde…

Huzur bulmayan topraklarda; her egemenin güç gösterisi için kendi alanını tahkim etmeye çalıştığı bu güzel coğrafya parçasında… İçindeki; aslında hiç değişmeyen, hep orada oturmakta olan halkın gidene ağam, gelene paşam demek zorunda bırakıldığı trajik yurtta…

İlerlemiş yaşında, hayal bile edemediğin acı türleriyle karşılaştığında acı uzmanlığının bir halt etmediğini görürsün. Tedaviye yönelik değildir zaten uzmanlığın, ağrı da olduğu gibi..

Acı uzmanlığı çok bireysel, çok bencildir… Başkalarını tedavi etmekten öte kendinle uğraşırsın. Onun yöntemi de, acının üstüne gitmektense, ondan kaçış yollarına baş vurmaktır.

İşte burada da yaşanmış pratikler işe yarar. Mümkün olduğunca az haber dinlenir. Sosyal medyada, yaşanmış acı üstünden siyasi kazanç sağlamaya yönelik mesaj atanlar zaten iğrendiklerindir;  göz atmasan da olur…

Ertesi gün seni o aşağılık, insanlık dışı acıdan uzaklaştıracak emek yoğun bir mesleğin varsa ne ala. Hele, eğer günlerden pazar ise, bırak kendinin ne yaptığını, güneşin bu denli parlak olmasından bile utanırsın. Sanki bugün hakkı olmamalıdır böylesine ışıldamaya. Çalacağın müziğin tınısı, içine ateş düşmüş olanların ruhunu acıtacak diye korkarsın.

Eşinin dostunun o kalleşçe saldırıdan zarar görmemiş olması acını hafifletmez aslında. Çaresizliğin, umarsızlığın acıyı seninle aynı ölçüde hissetmeyenleri bilmenden kaynaklanır. Sabah telefon açtığın bir sekreterin sesinin hüznünden bir şeyler anlamaya çalışırken, konuşmasının sonuna aceleyle sıkıştırdığı kandil tebriki ile, onun başka bir gündemi yaşamakta olduğunu görürsün. Hayret edersin…

Acıları durdurabileceklerin acı eşiklerinin yüksekliği ya da beyindeki o merkezin dumura uğraması umarsızlığını kat be kat artırır; oturur ancak yazı kaleme alırsın… Ama hiçbir zaman şu dizelerdeki vurguyu yapamadan:

Bak şu bebelerin güzelliğine; kaşı destan, gözü destan, elleri kan içinde

Kör olasın demiyorum; kör olma da, gör beni…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları