Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Mekânlar bizim belleğimizdir!
Geçmişe doğru çıktığınız yolculukta, bir zamanlar yaşadığınız anlar yalnızca kişilerle bütünleşmez. Onları mekânlar tamamlar. Bazen eski bir koltuk, yosun tutmuş duvar, çerçevesi kırılmış tablo, anılarla bütünleştirir bizi. Uzun zamandır gitmediğimiz bir sokak heyecanlandırır. Ya da yıllar sonra çocukluğunuzun geçtiği mahalleye girince özlem burnunuzda tüter. Masum dünyanın izleri duruyordur orada... Ve Voltaire’in sözü kulağınızda çınlıyordur: “Gençleri bırakınız dünyayı düşledikleri gibi görsünler, büyüyünce nasıl olsa olduğu gibi görecekler!”
*
Belleğimiz yalnızca çocukluğumuzun hesap defteri değildir. Tüm yaşamımızın çetelesini tutarız onda. Kırıldığımız, kızdığımız, nefret ettiğimiz, hüzünlendiğimiz, mutluluktan şen kahkahalar attığımız anların kaydı zihnimizdedir. Sadece duygularımız değil, toplumsal yaşama dair görüp geçirdiğimiz her şey bizimledir. Bellek, geçmişten gelen birikimlerin diğer kuşaklara aktarılmasıyla anlam kazanır. Geçmişle gelecek arasındaki köprü olan ve şimdinin içinde yaşadığı yer hafızamızdır. Bireylerin anılarıyla bütünleşen kolektif bellekte ortaklığımız, uzlaşımız, değerlerimiz yazılıdır. Bizim gibi toplumların da belleği vardır. Bunun ilk adımı ise kamusal alanlarda yaşanılanlardır. Bir anlamda bir toplumun ortak deneyimleri ile ortak yaşam biçiminin sonucu olarak gelişen anıların şekillendirilmesini toplumsal bellek olarak yorumlayabiliriz.
*
Geçtiğimiz hafta yayımlanan bir haber sarstı beni: “Bir İstiklal klasiği daha veda etti. Gezi Pastanesi kapandı.” Gezi Pastanesi’nin sahibi Hakan Kıran, Gerçek Gündem sitesinden Sema Kızılarslan’a anlatıyor: “Yıllardır her türlü engellemeye karşı mücadele etmeye çalışıyorduk. Kimse destek olmadı. Ekonomik kısım ile ilgili zaten bir şey demiyorum. Biz İstanbul’un çağdaş terasıydık.” Aslında meselenin sadece Gezi Pastanesi olmadığını, son on yılda İstiklal Caddesi’ndeki hafızamızın da baltalandığını görüyoruz. Emek Sineması’ndan Küçük Sahne’ye Markiz’den Lebon Pastanesi’ne, Rebul Eczanesi’nden Pandora Kitapevi’ne, Denizler Kitapevi’nden Alkazar Sineması’na kadar pek çok yer artık yok! Bir süre sonra anılarımız bu mekânlarla tazelenmediği için unutulacak. Yalnızca tadilata girmesine sevindiğimiz Beyoğlu Sineması ve Muammer Karaca Tiyatrosu kalacak geriye. Bu istilanın nedenini ise sadece rant ve para olarak tanımlayamayız!
*
Emile Zola’nın “Meyhane” romanını okuyup, allak bullak olmayan yoktur. Paris’in arka sokaklarında bir ailenin çöküş serüvenine tanıklık ederken can yakıcı, korkunç hatta acımasız dünyaya lanet ederken buluruz kendimizi. Sevgilisi Lantier ile birlikte kenar mahalleye yerleşen, bir çamaşırhanede çalışmaya başlayan Gervaise Macquart’ın çaresizliğinin, çıkışsızlığının esiri oluruz adeta. Gervaise ekseninde bir işçi ailesinin kaçınılmaz düşüşüne tanıklık eder, aile bağlarının çözülüşüne, dürüstlük duygusunun yitirilişine, büyük bir aşktan sevgisizliğe doğru ilerlenen o yıkıcı geçişe katlanamayız. Kitabı okuyanlar da Paris’in yoksul mahallelerinde dolaşırken daha çok işçilerin buluşma yeri olan bir meyhanede soluklanıp, bira ve sidik kokan ucube mekânda tabureye tüneyip gelene geçene bakarlar. Aslında Zola, 1500’lü yıllardan itibaren, zihnimizde Paris’te meşruluk kazanan içki satan lokantaların farklı bir görünümünü verir. Şehir merkezinde kalburüstü insanların gittiği, şık, beyaz masalar yerine bambaşka bir manzara sunar. Bir o kadar da tekinsiz yerlerdir her biri. Bir yandan da bugün artık turistik bir “sektör”e dönüşmüş “pub”ları zihnimizde darmadağın eder. Böylece mekân üzerine düşünürken aynı zamanda buluşma yerlerinin toplumsal belleğe de etki ettiğini anlarız.
*
Mekân, her zaman insan ruhuyla değerlenir. Mekânın ruhu, yerin anlamı, her dönemde otoriter anlayışların korkulu rüyası olmuştur. Mekânın taşıdığı politik anlamın gücü, iktidar sahiplerinin her zaman muktedir olamayacağını ifade eder bize. Yerlerin anlamından korkan iktidarlar, ötekileştirirler, tahrip ederler, yok etmenin öfkesini intikama dönüştürürler. Bütün mesele, mekânın taşıdığı politik anlamdır. Hıncını yapıdan, ağaçtan, anıttan, yani toplumsal belleğe kattığı ne varsa ondan almaya başlarlar.
*
Cumhuriyet rejimiyle hesaplaşma her dönemde kendini gösterdi. Karşıdevrimciler, fırsatını buldukları her anda, Cumhuriyetin simge mekânlarına yönelik bir tahribat ve yok etme girişimi içinde oldu. Özcesi, mekânsal intikam peşinde koştular. Sözgelimi, Atatürk Orman Çiftliği, Atatürk’ün şartlı bağışı ve vasiyetiyle 1937 yılında halka emanet edildiği halde, kısa bir süre sonra talan edildi. Atatürk’ün vefatından dokuz ay sonra başlayan kayıplar, Demokrat Parti iktidarında zirve yaptı. Askeri darbelerle birlikte Atatürk Orman Çiftliği parça parça kamusal kullanıma kapatılarak Atatürk’ün vasiyetine aykırı bir biçimde halktan koparıldı.
*
Biz bireysel tarihimize de toplumsal tarihimize de sahip çıkmada küme düşmek üzereyiz. Oysa kentsel belleğin sürekliliğinin sağlanması, geçmiş ve geleceğin arasındaki zorunlu bir köprüdür. Bu köprü yıkılırsa gelecek de eksik kalır.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
- Karga videosu sosyal medyada viral olmuştu!
- Öğretmenlik meslek kanunu taslağı...
- Atatürk'ün kullandığı parfümden üretti!
- Minikler Cumhuriyet'in ilanını gazete dağıtarak duyurdu
- Şok İddialar! Oktan Keleş: TUSAŞ Saldırısının Arkasında
- Bu kadarı pes! Çöp evden 10 kamyon çöp çıktı
- Prof. Dr. İlber Ortaylı'dan Antalya'ya turizm eleştirisi
- FETÖ elebaşısı Fethullah Gülen öldü
En Çok Okunan Haberler
- Hayatını kaybetti!
- AKP’li vekilin PKK yöneticisiyle fotoğrafı gündem oldu!
- 'Atatürk ile Cumhuriyet ile bayrak ile...'
- CHP’de çelişen başkanlara uyarı
- Serdar Ortaç son malını da satışa çıkardı!
- 'Erken seçim' çağrısı: CHP tarih verdi
- İşte sıfır faizli kredi veren bankalar…
- İşte Belediye Başkanı'nı öldüren saldırganın ifadesi!
- AKP'den kayyum için ilk açıklama
- ‘Bu haliyle akla ziyandır’