Cinayeti herkes gördü!

11 Aralık 2021 Cumartesi

7 Aralık 1979 sabahı, İstanbul İç levent otobüs durağının birkaç adım ötesinde bir cinayet işlendi. Öldürülen kişi, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Başkanı, Cumhuriyet gazetesi yazarı Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’di. Yıllar sonra babasının öldürümünden sonra yaşadıklarını Deniz Tütengil bir anmada şöyle anlatmıştı: “Babam öldürülmüş, yerde boylu boyunca yatıyordu. Annem ise babamın fotoğrafını çeken gazetecilere, ‘Kocamın değil katillerin fotoğrafını çekin!’ diye bağırıyordu.” 

Oysa katillerin kimliğini herkes biliyordu. Adeta Attilâ İlhan’ın, “Cinayeti kör bir kayıkçı gördü/ ben gördüm kulaklarım gördü/ vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü/ hiçbiriniz orada yoktunuz” dizeleri gerçeğe dönüşüyordu.    

O gün, anma toplantısında Deniz Tütengil’in bir daha kulağımdan hiç çıkmayacak titreyen sesi ailenin yaşayacağı büyük acının başlangıcını vurguluyordu. Çünkü resmi kayıtlara göre, kimliği meçhul dört şahıs ateş açtıktan sonra çalıntı bir araçla kaçmış, olay yerine de, “Ne Amerika ne Rusya, her şey bağımsız demokratik Türkiye için. Savaşımız sürecektir. Anti-Terör Birliği” yazılı bir kâğıt bırakmıştı. 12 Eylül’den hemen sonra, yakalanan Yılma Durak’ın 30 Ekim 1980’de verdiği ifade, olayı netleştirir nitelikteydi. Durak, cinayeti işleyenlerin kim ya da kimler olduğunu anlatıyor ancak iz sürülmüyordu. Böylece, bir süre sonra bu bilgi yalnızca ailenin takip ettiği, tozlu raflar arasında kalan bir dosyaya dönüşüyordu. Failler bu sayede aklanıyor, süreçte “saygın bir insan” olarak yaşamlarına devam ediyor, milletvekili olarak Meclis’e bile giriyordu. Aslında bu yaklaşım, Cavit Orhan Tütengil özelinde görünse de hemen hemen bütün siyasi cinayetlerde görülen “cezasızlık” olgusuyla birleşiyordu. Bu da yeni cinayetlerin işlenmesine kapı aralıyordu. İtalya’da olduğu gibi bir “temiz eller” operasyonu hiçbir zaman gerçekleştirilmediği için de mazlumlar çoğalıyordu.    

***

Ne acı ki toplumsal belleksizlik, dahası ülkemizde yaşanan siyasi cinayetlere dair kuşaklar arası bir aktarımın olmayışı pek çok ismin unutturulmasına yol açtı. Bugün üniversite öğrencileri arasında bir anket yapılsa, örneğin Ümit Yaşar Doğanay, Bedri Karafakıoğlu, Cavit Orhan Tütengil, Bedrettin Cömert, Orhan Yavuz’un isimleri sorulsa sonucu az buçuk tahmin ediyoruz. Bir dönemin aydınlık, üniversitelerde ders veren ama öldürülen aydınları her biri. Aynı zamanda sistemli bir unutturuluşun kurbanları...

***

Ya aileleri? Biliyorum, kimse anlamak istemez, Sabahattin Ali öldürüldükten sonra eşinin, kızı Filiz’le sabaha kadar uyuyamadığını... Kimse bilmez, Ümit Kaftancıoğlu’nun çocuklarına bağlanması gereken maaşın esirgendiğini, ailenin ne çileler çektiğini... Kimse görmez, eşi öldürüldükten sonra iki yavrusuyla baş başa kalan Gül Erdost’un her hafta sonu kızlarından gizli, İlhan Erdost’un sevdiği türküleri dinleyip ağladığını...

***

Victor Hugo’nun ünlü “Sefiller” romanında Jean Valjean kızı gibi sevdiği Cosette’yi sevdiği erkeğe kavuşturduktan sonra teslim olmak için geri döner. Çünkü polis müdürü Javert, yıllardır peşindedir. Bu defa Valjean ondan kaçmayacak, kötücül adamın karşısına dikilecektir. 

Bunun üzerine minnet duygusuyla ezilir Javert. Görevini yapamadığını düşünür, inandığı bütün değerler buharlaşmış, darmadağın olmuş, yitip gitmiştir. Mutlak kötülüğün sarmalından arınmak için Sen Nehri’ne atar kendini. Bireysel bir yüzleşme olarak görünebilir Javert’in yaptığı. Oysa vicdan tartımıyla kendi alanını sorgulayabilme toplumsal bilinçle olur.

Deniz Tütengil yıllardır babasının bir otobüs durağında kurşunlanmış ve yerde uzanan fotoğrafına bakarken kendi tartımını ülkenin vicdanına yaslanarak yapıyor. Oysa failler uzun süren yaşamlarında Javert gibi davranmaya mecbur kılınmalı, yüzleşmenin en ağır sancısını yaşamalı, yargılanmalıydı! Öyle mi oldu peki? 

***

Hesaplaşamamış olmanın en şiddetli hali için henüz bir kelime üretilemedi.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Siyaset ve yalan 2 Kasım 2024
Eleştirel düşünme 19 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları