Deniz Yıldırım

Küçük Kayzerler

06 Şubat 2021 Cumartesi

II. Wilhelm 1888’de tahta geçti. Alman imparatoru olarak gücü tekelleştirirken kendi kültünü de inşa etti. Buna taban ve er yaratmak için milliyetçiliği teşvik etti, etrafındaki destek çemberini bu ideoloji aracılığıyla yeniden yapılandırdı. Baskıcı iktidarı devrinde kendisini devletle öyle bir özdeş kıldı ki Lese Majeste olarak bilinen düzenleme kapsamında, Kayzer’e dönük neredeyse her türlü eleştiri tahkir, hakaret kapsamına sokuldu. Konuya dair, Alex Hall imzalı, 1974 tarihli bir araştırmaya göre, imparatora karşı “hakaret” davaları, 1890 yılında toplam ceza davaları içinde üçüncü sıraya yükseldi. Bu oran, muhbir ve iftira ağının genişlemesiyle 1890’lar boyunca daha da arttı. Aynı dönemde II. Wilhelm, askeri endüstriyi ve buna dayalı emperyal genişleme hedefini merkezi konuma yerleştirdi; sonunda da ülkesini Birinci Dünya Savaşı’nın mağlupları safına sokmayı başardı.

Bertolt Brecht, “Okumuş Bir İşçi Soruyor” şiirinde, ortak emek ve mücadeleyle sağlanan başarıların hep “büyük adam”ların hanesine yazılmasını sorgular. Peki, ya başarısızlıklar? Başarısızlıklar sadece “büyük adam”ların suçu mudur? Tam da burada, Heinrich Mann imzalı Tebaa adını taşıyan romana değinmemiz gerekiyor.

Heinrich Mann, Tebaa’yı 1914’te tamamlar. Roman, II. Wilhelm dönemi Almanyası’nın eleştirel bir sunumudur. Ancak burada eleştiri salt II. Wilhelm’in siyasal düzenine değildir, onun inşa ettiği otoriter düzenin sıradan insanlar tarafından nasıl taklit edildiğine ve düzenin hiyerarşisinin bu sayede nasıl yeniden üretildiğine dönük toplumsal bir eleştiridir karşımızdaki.

Romanın kahramanı Diederich Hessling, kurgusal bir taşra şehri olan Netzig’de doğup büyür. Önce ailede babasının, sonra okulda öğretmenlerinin otoritesi altında itaat etmeyi öğrenir. Ardından eğitim için Berlin’e gider Hessling, doktora yapar. Burada milliyetçi öğrenci gruplarına katılır. Babası ölünce Netzig’e geri dönüp kâğıt fabrikasının başına geçer. Bu noktadan itibaren Hessling’in hayatı, Kayzer’e, yani yukarıya itaat ve kendisinden altta gördüklerine de Kayzer’i her anlamda (bıyığıyla, cümleleriyle) taklit ederek, emir vererek ezmek üzerine kurulur. Ezilenin ezen olma yönündeki güç istenci artık doruktadır. Siyasi, ticari yükselişi için rakiplerini bastırması, işçileri susturması, kendisini tekleştirmesi gerekmektedir. İç düşmanlar vardır; iç düşmanlara karşı ya Kayzer’in yanındasınızdır ya da düşmanların. Öyle ki “iktidar, hukuktan önce gelir”. 

Kayzer’i taklit eden Hessling, kendi “tebaa”sına, işçisine, ona bağımlı olduğunu hissettirmek istediği her kesime şöyle seslenir: “Göreviniz beni öncelikle iç ve dış düşmana karşı korumaktır.

İktidar zinciri

Din, milliyetçilik, temsili demokratik mekanizmaları hedefe koyan otoriterlik, askeri bir itaat ve silahlanma düzenine bel bağlama dörtlüsü Kayzer’in siyasal bedeninde nasıl kaynaşıyorsa, mikro ölçekteki sıradan adam olarak Hessling’in hayatında da artık bu dörtlü kaynaşmaktadır. Kayzer’in tek adam düzeni, tek adam sayesinde değil, kendisine itaatten vazgeçmeden küçük birer Kayzer olmayı, bulundukları her yapıda, kurumda, yerleşimde bu ikili iktidar yapısını yeniden üretmeyi görev edinmiş sıradan adamların sırtında yükselmekte, onlar sayesinde meşruluğunu genişletmektedir. Romanın sonlarına doğru bu olgu, Hessling’in düşüncesi aracılığıyla nefis biçimde aktarılır: “Ezmek isteyen, ezilmeyi göze alacaktı; iktidarın sarsılmaz yasası buydu.” Demek ki otoriter tek adam rejimleri bütün ezme kudretini kendisinde toplamaz; pay eder, ortaklarını çoğaltır. Kendisine koşulsuz itaat olsun, yeter. Fabrikada, üniversitede, bakanlıkta fark etmez. Herkes, yukarıya itaat sayesinde elde ettiği konumu korurken eşzamanlı olarak da kendi tebaasını yaratmanın ve ezmenin peşindedir.

Bu durumda, farklı düşünenleri “millet düşmanı” ilan etmek; bu sayede Kayzer’i koruyor gibi görünürken kendi etki alanını, para birikimini, makam mevki edinimini genişletmek bir kandırılma durumu değildir. Burada bilinçli bir çıkar ortaklığı vardır. Bunu onun sayesinde başardıklarına göre, onun gidişinde kendi gidişlerini de görmektedirler. Çıkarlar bu nedenle iyiden iyiye iç içe geçer. İktidar olgusunun bu sunumu bize çok şey öğretir.

Bu zincirin parçası olmak, akışa kendini kaptırmaktır. Baskıcı iktidarların bu anlayışını mikro ölçekte, kişilerin küçük birer Kayzer gibi davranma cesareti gösterdiği her alanda geriletmek, bunun için mücadele etmek ise akışa karşı koymaktır; demek ki mesele sabahtan akşama kadar bir kişinin ne dediğiyle ilgilenmek değil; otoriter iktidarın toplumsal yeniden üretim kanallarını demokratik temelde dönüştürmektir.

Mann, romanını 1914’te tamamlandı. Ancak bu romanı okuyan biri, yıllar sonra Hitler’in iktidara gelişini, bunun toplumsal köklerini görebilirdi. Öngörülü aydının tutumu öncü uyarı tabelasından anlaşılıyor. Heinrich Mann hâlâ uyarıcı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları