Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Geçmişi değil geleceği konuşalım
Her devir geçiyor, bu devir de geçecek. Tahribat her alanda, ama çare bulunur. Eldeki kaynakları satmaya, memleketi ranta teslim etmeye dayanan iktidar ekonomisi tökezliyor mu? Program değiştirilir, halktan yana bir düzen için şartlar zorlanır. Dış politika kötü mü? Düzeltilir. Adalete güven sarsıldı mı? Bir çaresi bulunur. Kayırmacılık, yandaşçılık, ailecilik almış başını gidiyor mu? Nesnellik şartları oluşturulur.
Tahribatın, çürümenin, yozlaşmanın, yoksullaşmanın boyutları elbette büyük; ama ülkesini seven her yurttaş elinden gelenle, bilgisiyle, emeğiyle katkı koyar ve birçok sorun çözülür. Umutsuzluğa yer yok bu alanlarda.
Ama bir sorun var ki hepsinin önündedir: Eğitimde yarattıkları tahribat. Her şeyi kısa vadede düzeltebiliriz; ama eğitim sistemini düzeltsek bile, bu iktidarın ideolojik ve ekonomik öncelikleri nedeniyle gelecekleri heba edilen kuşakların kaybını nasıl telafi edeceğiz? Bu kayıp sadece bireysel kayıp da değildir; 20 yıl sonrasının kadrolarından, memleketi yönetecek, çareler üretecek ve çıkışları örgütleyecek kadro birikimlerinden söz ediyoruz. Türkiye, geleceksizleştirildi. Bundan daha ağır bir zarar yoktur. Her çözümü buluruz diğer alanlarda; ama o çözümleri üretecek kadro birikimi dağıtılırsa, diğer çözümler de zorlaşır.
ÖSYM tarafından yayımlanan istatistiklere bakın, matematikte, fende yerlerde sürünüyor sonuçlar. Milli Eğitim Bakanlığı’nın kendi yaptırdığı ölçümlere bakın. Çocuklar okuduğunu anlamakta, temel dört işlem yeterliği kazanmakta zorlanıyor.
Sürekli eğitim ya da sınav sistemini ve elbette Milli Eğitim bakanlarını değiştiren iktidarın bilimsellikle çok da ilgili olduğunu söyleyemeyiz. Bina yapmaya, tabela asmaya benzemiyor bu işler. Ancak iktidarın değişmeyen, üç ayaklı bir programı var eğitimde: Özelleştirme, işçileştirme, dinselleştirme.
AKP iktidara geldiğinde özel okulların toplam içindeki payı yaklaşık yüzde 2’ydi. Şimdi yüzde 10’u zorluyor. Öğrenci sayısı 1.5 milyona ulaştı. Üstüne de bu okullara yönlendirmek için özel teşvikler verdi iktidar. Kamu kaynaklarıyla.
Resmi tamamlayan gerçekse şu: Giderek imam hatipleşmeyi teşvik eden bir lise yerleştirme sistemi dayatıldı devlet okullarında. En iyi yatırımlar, kaynaklar özellikle bu okullara akıtıldı. Yine de dolmuyor. Dayatma çünkü; insanlar çocuklarına inançlarını öğretmenin yolunu buluyor ama okul, çocukların geleceğiyle ilgili görmesi gereken asli işlevi yerine getiremediğinde bunu aileler kendi başlarına telafi edemiyor. Özellikle de yoksullar, özel okul olanaklarından yoksun olanlar. Buradaki sorun ne mi? Devlet, kendi okulları arasında ayrım yapamaz, ayrıcalıklı okullar yaratamaz; “nitelikli” ve “niteliksiz” ayrımı yapamayacağı gibi. Eşitsizliktir bu.
Diğer yandan devlet okullarının çoğunda belirli bir sendikaya üye olmak, bir görüşe yakın olmak, bir branşın hocası olmak ya da belirli bir okul türünden mezun olmak, okul idareciliği için değişmeyen ölçüye dönüşmüş durumda. Taşrada kısa bir gezinti yapın, durumun ne derece ileri olduğunu anlamak kolaylaşacaktır. Ölçü burada da bilimsellik ya da işin ehli olmak değildir. Adaletsizliktir bu.
Çare özel okul mu?
Devlet okullarındaki tabloyu bu kötü haliyle görünce, durumu görece iyi olan ya da şartları zorlayıp borçlanan ailelerin bir kısmı da kısa vadede çareyi çocuklarını özel okullara yönlendirmekte buluyor. Özelleştirme ve yoksullaştırma programı yıllarca laikliğin kökünü kazıdı; tarikat yapılarına yoksullar içinde örgütlenme alanı açtı. Şimdi özelleştirme ile bol Atatürk posterli, anmalı etkinliklerle “gönlümüze giren” piyasacılıkla çağdaş eğitimi koruyacağımızı düşünüyoruz. Oysa devlet okullarını niteliksizleştirme ile eğitimi özelleştirme saldırısı birbirini tamamlıyor.
Bir yandan da krizde, meslek liselerinde okuyan çocuklar staj eğitimi adı altında hizmet sektöründe, turizmde, sanayide ucuz işgücü olarak “değerlendiriliyor”; çocuk, devlet eliyle işçileştiriliyor. Yok başka şansı, yönlendirilmiş oraya. “İşçisin sen, işçi kal” deniyor. Çünkü bu iktidarın sahip olduğu programla eğitim, sosyal sınıf ayrılıklarını gidermenin değil, sınıflar arasındaki uçurumu derinleştirmenin ve bunu dinsel ideolojiyle normalleştirmenin, kalıcılaştırmanın aracı haline getirildi.
Okullar açılırken tablo böyle. Çare mi? Bulunduğumuz yer neresiyse orada kamusal ve nitelikli bilimsel eğitim için mücadele etmek zorundayız. Kamu kaynakları yandaşa, tarikat yapılarına, özele aktarılmamalı; devlet yurt yapmalı; eğitim kamusal, nitelikli ve bilimsel olmalı. Türkiye’nin acil kurtuluş reçetesi budur.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
- Karga videosu sosyal medyada viral olmuştu!
- Öğretmenlik meslek kanunu taslağı...
- Atatürk'ün kullandığı parfümden üretti!
- Minikler Cumhuriyet'in ilanını gazete dağıtarak duyurdu
- Şok İddialar! Oktan Keleş: TUSAŞ Saldırısının Arkasında
- Bu kadarı pes! Çöp evden 10 kamyon çöp çıktı
- Prof. Dr. İlber Ortaylı'dan Antalya'ya turizm eleştirisi
En Çok Okunan Haberler
- Son seçim anketinde çarpıcı sonuç!
- TÜPRAŞ'ta patlama: 12 kişi yaralandı
- 'Erdoğan bize göre tek seçenektir'
- 'Erdoğan ömür boyu Cumhurbaşkanı olacak diye...'
- Beyoğlu'ndaki cinsel saldırı dehşetinde yeni gelişme
- Türkiye'de bir sağlık skandalı daha!
- Napoli'den Galatasaray'a Osimhen yanıtı!
- İsrail Savunma Bakanı görevden alındı!
- Dünyada 8’inci, Türkiye’de eşi benzeri yok!
- AKP’li vekilden açıklama: MHP'li Adan ek süre vermedi!