Bedri Baykam
Bedri Baykam bedri.baykam@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Komet, sohbetimiz yarım kaldı...

29 Eylül 2022 Perşembe

Arkadaşlarımı özledim.

Güzel günlerimizi özledim

(8/07/2016 Zeynep)

Saat 20:30 Paris/İst. AirFrance’ta uçarken

Peçete sensin, dedi.

Peçeteyi özledim.

Temiz denizleri. Küçük tekneleri özledim.

Sessiz yaz günlerini, tozlu keçi yollarını özledim.

(Geceyi yıkadım.

Unutursun şimdi sen bunu.)

Dedi…

Komet’in bana 27 Temmuz 2021 günü “Bedriciğim, evet anladım” diye imzaladığı kitabı Hakikat Vs.’den alıntıdır.

Ne yapabilirim ki, böyle bir süreç geçiriyoruz… Bilmiyorum, siz okuyucularımdan özür mü dilemem lazım? Birbiri ardına kaç ölüm yazısı yazdığımın hesabını kaybettim. Balkan Naci İslimyeli, İlhan İrem, anneciğim Mutahhar Baykam, Adnan Çoker, Camilo Guevara March ve şimdi Komet… 

Külâhımı önüme koyup “kendimle muhasebe” ederken ölüm etrafında dönen, hepimizin zamana karşı yarıştığını hatırlatan bir yazı daha yazdım iki hafta önce. Yapılan dönüşlerden anlıyorum ki, birçok insan bunun ağırlığını yüreğinde hissediyor ve arkasında bu dünyaya neler bırakacağının muhasebesini içinde sürdürüyor. O yazıda söz ettiğim, maalesef hasta olduğunu söylediğim en yakınım, Komet’ti…

Hayat yine öne geçti. Aslında aklımda, İran’da yaşanan olayları ve maalesef aydınlarımızın yine aynen Ukrayna’da olduğu gibi konuya olan çarpık yaklaşımlarını yazmak vardı… Belki haftaya konuşuruz.

Sevgili Komet, hatırlamak, anmak ve yaşatmak üzere 40 yıldır süren dostluğumuzu bana, arkadaşlarını ve ailesini de acı içinde bu dünyaya bırakarak bir yıldız gibi kaydı gitti… 40 yıllık dostluk… Ama ilk iletişimimiz, bundan tam 59 yıl öncesine dayanıyor. 1963 yılı Komet’inin, 6 yaşındaki Bedri Baykam’ın ilk sergisini nasıl ciddiye alarak deftere neler döktürdüğünü bir görün. Bakalım neler düşüneceksiniz. Otobiyografimin ilk cildi “Harika Çocuk”tan okuyalım:

“…Ama tabii ilk iki Ankara-İstanbul sergime yazılan defterlerden tartışmasız en ilginç bölüm, genç bir üniversite talebesininkiydi. Bu talebenin adı Gürkan Coşkun’du. Yani anlayacağınız daha sonra lakabıyla tanınan ünlü ressam Komet! Sergiye iki kere gelen genç resim öğrencisi şunları yazmış:

‘Lütfen biraz daha az Pekos Bill okuyun ve ana babanızı hiç takmayın, dinlemeyin. Sizdeki kabiliyeti geliştirmek için size bir şey öğretmemek gerek. Sonra şımarma sakın. Daha bu hiçbir şey. Büyük ressamların çoğu 70-80 yıl yaşamışlardır. Resim uzun sancılara bağlı bir şey. Her şeyden evvel kendinizin dışına çıkmanız için kendinizin içinden geçeceksiniz. Siz daha hiçbir şeysiniz. (Bu cümlenin altı çizilmiş) Kendisini dünyanın büyük ressamı, filozof, filozof, filozof, şair yazar olarak selamlarım. -Akademi talebesi Gürkan Coşkun (Komet)’

Yazı iki sayfa sonra devam ediyor:

‘Komet Gürkan: Sanatçılar kendine ama sırf kendine göre çizmelidirler. Türkiye veya şark, yakınlarda birkaç dahi çıkaracak. Ancak bunu sarı çizmeliye bile söyleyebilirim. Çalış, çok çalış. Çok oku, ölmeden evvel öl, ve hiç kimseye inanma. Kendi Allah’ını bulmaya çalış, diğerini katlet.”

Gürkan Coşkun 7.6.1963’

Sonra Komet bir veya iki gün sonra tekrar sergiye geri gelmiş, 8 veya 9 Haziran’da şunları yazmış: 

‘Bu henüz sanat değil, bülbülün şakıması sanat değil. Öldükten sonra sanat yapacaksın, fakat sanat yapmak için ölmek lazım.

Gürkan Coşkun

Ressam-filozof-şair-yazar (Büyük duygucu, absürdü aşan mistik soyut insan bana inan, yararı var.)’

***

Lütfen söyler misiniz, bizi bundan tam 59 yıl önce köşeye çekip diyaloğa sokan kader, bugün aradan geçen şu 6 tane 10 yıldan sonra orada başlayan hikayenin böyle bitmesini nasıl içselleştirirdi acaba?   

Aramızdaki sohbetler ve dostluk kitaplarıma, makalelerime, fotoğraflarıma, her tarafa yansımış, izler bırakmış… Ama gelin görün ki, Komet geçtiğimiz pazar günü bu dünyayı terk ettiğinden beri, onunla konuşmak istediğim saatte, istediğim derinlikte konuşamayacağım onlarca konu, onlarca siyasal, sosyal, sanatsal gündem içimden, yüreğimden, ciğerimden şimdiden taşmaya başladı.

Komet’i bir daha en azından bu dünyada göremeyeceğimi bilmek, beni deli ediyor! Çünkü gerçekten özel ötesi bir insandı. Ben kütüphanemle çok övünürüm. Komet’in de övünülecek olağandışı bir kütüphanesi vardı. Sonuçta her aydın yaşamında kitaplara bu kadar büyük yer vermiyor ya da veremiyor. Sevgili Yusuf Taktak da aynı frekansta arşivine, kütüphanesine hayati bir önem verir. Galerici Yahşi Baraz da, küratör Beral Madra da, Vasıf Kortun da aynı tavırda insanlardır. Ama o seviyelerde kütüphane çok enderdir. Komet her saniye okuyan, tartışan, düşünen, sohbet eden, kıyaslayan, Paris kafelerinin elit sohbet kültürünü yaşayan ve yaşatan gerçek bir sanatçı ve entellektüeldi. Kütüphanesinin önemli kısmı, belki Fransızlar başta olmak üzere, yeni filozoflara dairdi.

Komet’in resimlerine, hayal dünyası, masal dünyası, rüyalar dünyası ya da kendine has tükenmez bir filmin veya daha doğrusu içsel tiyatronun değişken ve şaşırtıcı kareleri olarak da bakabilirsiniz. İstanbul’da açılan son sergisini (Dirimart, 11 Kasım-12 Aralık 2021) Cumhuriyet’te kaleme aldığım yazıda onun sanatını ve sanat ortamımızdaki yerini bu bakış açıları üzerinden aktarmıştım:

“Komet’i pek anlamayanlar bu eserlere tutucu gözlerle bakıp sadece esrarengiz masal kahramanları görebilirler. Resimleri tabii ki o noktada da çok zengindir, film karelerini andırır veya acaip rüyaların orta yerinden, ertesi gün hatırlanan bölük pörçük izlere benzer bunlar. Bana bazen İtalyan metafizik ressam de Chirico’yu, bazen Balthus’ü, bazen şaşırtıcı şekilde Martial Raysse’in kalabalık resimlerini hatırlatırlar. Komet sanki seyrettiğimiz hikayeyi o ipuçlarından yola çıkarak bizim tamamlamamızı ister. Yani anlayacağınız, her faninin ayrı bir Komet dünyası vardır.

Yapıtlar sanki Komet’in şahsına ait özel bir uzamın içinden yeşermiş sürrealist bir dünyanın esrarengiz görüntüleridir. Ali Akay, bunlara “düşüncenin imajları” adını uygun görüyor. Türk resmi içinde bu resimlere biraz yüzeysel bakanlar, bunları çağdaş sanata uzak görebilirler. Onu beğenenleri küçümseyen yüzeysel çağdaşlara bile rastladım. Onun gerçek sanatçı kişiliğini algılayabilmek için, Türkiye’de o değerde bir resim, felsefe ve edebiyat kütüphanesine sahip olmasa bile, bunun en azından hayalini algılayabilecek çapta biri olmak lazım. Ya da Komet’in o özgün ve çarpıcı şiirleri yazdığını bilmek ve onları okumuş olmak lazım. Onun içinden taşanları ortaya döken 2000 yılından kalma “İdi-idim-idik” kataloğunu dikkatlice elden geçirmiş olmak lazım, o sergi ıskalanmış olsa bile... Mesela o kitapta Paris’te Montparnasse Mezarlığı’nda ateist Sartre ve Simone de Beauvoir’ın kabirlerinin başında avuçlarını açıp dua ederkenki fotoğrafına dalıp gidebilmek lazım (o fotoğrafı, mezarlık görevlileri fark etmeden gizlice çeken eşim Sibel’di ve ben de 1994’de o tarihi anı dışardan gözlemliyordum). Onun göreceli olarak tutucu görünümü içinde gizli Dadaist, Sürrealist, devrimci kişiliğiyle sohbet etmeyi göze alabilmek lazım. Komet’in yaptıkları bu gerçekötesi dünyada birer tiyatro sahnesi gibi görünüyor! Bu, görsel düzenlemeleri dekor olarak kullanmaya alışmış tiyatro sahnesi kavramının tersi oluyor. Beni çok etkileyen son sergisinin önemli işleri arasında ‘Gittin Gideli’, ‘Hiç Bitmeyecekmiş Gibi’, ‘Oluyorduk’ ve ‘Gölgemizin Gölgesi’ var. Bunlar ‘zaman’ konusuna çok değiyor değil mi? Bakın giderayak aklınızı daha da karıştırmaya karar verdim. Sizi Hasan Bülent Kahraman’ın şu cümleleri ile baş başa bırakıyorum: ‘Çünkü Komet şimdi olarak geçmişi aktarıyor izleyene.. Bu ikili bir çelişki. Bir yandan tam mevcudiyeti önümüze koyarken bir yandan da geçmişin şimdi, şimdinin geçmiş oluşunu gerçekleştiriyor. Tabii, şu da ilginç: Komet konuşurken geçmişi şimdileştiriyor ama aynı anda içinde yaşadığı şimdinin nasıl geçmişleşmeye başladığını kaydediyor. İzleyen ise iki geçmişi şimdi olarak izliyor.”

Komet’in yapıtları, ortalama koleksiyonerimizin genel sanat kültürünün derin algılamasını kolay kolay hazmedemeyeceği, çıplak gözle görünenin ötesinde sayısız düşünsel alt katmanın buluştuğu çok içerikli bir alan. 

Geçen yıllar ne kadar zalim, bazen hafızayı sarsabiliyor. Mesela son yıllarda beynim beni resmen yanıltmış ve Komet’le ilk defa Paris’te bir elçilik davetinde tanıştığıma beni inandırmıştı. Halbuki kitabım Boyanın Beyni’nde okuyunca hatırlıyorum ki Galeri Baraz’ın birinci katında Ömer Kaleşi’nin bir açılışında el sıkışmışız. Sonra o kış gidip eski Tenis Eskrim Dağcılık Kulübü’nde yemek yiyip uzun uzun sohbet etmişiz, bana hangi yazılarımı neden beğendiğini anlatmış… 

Fransa’da Cafe la Palette’e en sık gidenlerden biriydi ve Quartier Latin’in bu gizli iddialı güzel köşesinde çok sık buluşurduk. Bazen de “merkez vitrinde” randevu verirdik, yani Paris’in 20. yüzyıl tarihinin kalbi olan Flore veya Deux Magots’da…  Onun en güzel fotoğraflarını çekenler arasında ben de varım, ne mutlu bana! İyi ki yazılı belgeler bırakıyoruz arkamızda, kesinlikle salt hafızaya güvenmemek lazım! Aklıma gelmişken gençlere tavsiye, o kadar sosyal medyaya ve elinizin altında hep duracak gibi bir izlenim veren günlük hayata güvenmeyin, yaşarken hiç bitmeyecek sandığımız, zaten hatırlarım diye düşündüğünüz her şeyin hafızanızda pamuk ipliğine bağlı olduğunu unutmayın ve arşivleyin. On yıl, yirmi yıl, kırk yıl, atmış yıl üstünden geriye dönüp ihtiyacı oluyor insanın…

Bir de hani insanlar birbirine zaman ayıramıyor ya? Biz Komet’le birbirimize zaman ayırdık, her defa büyük bir keyifle. Bilmeyenler bilmez ama Komet de benim gibi hasta bir Fenerbahçeliydi. Hatta 2-3 yıl benimle beraber statta yan yana kombine bileti aldı ve maç keyfini beraber yaşadık.  Kahvelere restoranlara, sergilere, sinemalara zaten giderdik. Birbirimizi ziyaret eder, saatlerce oturup laflayarak, akan kum saatinin bilincinde, zamanı değerlendirirdik. Ya Piramid Sanat’ta ya evimde ya da onun Paris veya İstanbul atölyesi veya evinde…

Ne çok sohbetimiz yarım kalmış Komet! Son karşılaşmamızda, hastalığının son günlerinde seni hastanede ziyaret ettiğimde benden karpuz istemiştin. Ben de çok şaşırmıştım, apartmanının görevlisi arkadaşın Hüseyin de… Sonra Hüseyin öğleden sonra sana o karpuzu getirdi ve hiçbir şey yemeyen sen, o karpuzu yemişsin, bana da güzel meyvanın fotoğrafını görmek düştü… Belki bir gün cennette seni bir karpuz bahçesinde gözlemleyen bir resmini yaparım.

Can kardeşim, seni özlememek mümkün mü? Artık la Palette veya Odeon ya da Saint Germain Bulvarı değil, ortaokul yıllarımda 100 metre uzağında oturduğum Aşiyan Mezarlığı yeni buluşma yerimiz olacak. Seni oraya dün özenle yerleştirdik. Kim bilir yeni mekanında, sonsuzluğa geçişi nasıl algıladın, nasıl yaşadın? O zaman ötesindeymiş gibi bir illüzyon yaratmayı başaran figürlerin, acaba hangi şaşkınlıkla baktılar etrafa senin gözünden! Sonra sen yukarıya dönüp arkadaşlarına seslendin, “Öyle bırakıp nereye gidiyorsunuz, sohbetimiz yarım kalmadı mı?” Evet kaldı sevgili Komet, kaldı ama inan insanlar senin yapıtlarını, çok az kişinin keyfine varıp anlayabildiği mükemmel şiirlerini, kitaplarını anladıkça, algıladıkça senin alt katmanlarına inip, o diyalogun gerisinde yavaş yavaş ama bedelini ödeye ödeye, içlerinin eksiğinin açıklarını kapatarak elde edecekler… 

…İğde kokularını özledim.

Ağlama eşşoğlu eşşek (Hektor kedisi beni üzme)

Seni özledim.

Yokluk, yoksullukla geçen günlerimizi,

Zorro kedisini, özledim.

İsteklerimi özledim, babamı özledim, okulumu özledim.

Dağları özledim. Koşmayı ey şiir, güzel kitaplar okumayı

Telefonuma kaydettiğim kelebeklerle dolu avluda dolaşan

Serseri karıncaları

Hepsine kavuşuyorsun sevgili Komet, bir gün bize de kavuşacaksın, birazcık sabır…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları