Ayşe Emel Mesci

Yeni günah keçileri yaratmak

15 Şubat 2016 Pazartesi

Paramparça bir haldeyiz. Bundan sonraki aşama, geçici de olsa bir uzlaşma sağlamak için yeni günah keçileri yaratmak olmasın sakın?

“Arap baharı” teriminin piyasaya sürüldüğü dönemi hatırlıyor musunuz? Yoksa çok uzak bir geçmişi mi çağrıştırıyor belleğinizde? Öyle ya, Arap coğrafyası adı verilebilecek topraklara şöyle bir göz gezdirildiğinde, bahar biteli çok olmuş, sonsuz bir kışa girilmiş izlenimi uyanıyor insanda. Halbuki daha 2010 yılında çıktı bu terim; ama en fazla 5-6 yaşındaki bu “çocuk” çoktan “ihtiyarladı”, bir ayağı çukura girdi bile… Çünkü yalancının mumu...
İlk günlerin yorumlarını unutmamakta yarar var: Sosyal medya üzerinden örgütlenen halklar dünyaya yepyeni bir örgütlenme biçimi sunuyorlardı, bu coğrafyada demokrasi ilk kez bu kadar canlı ve gür bir sesle dile getiriliyordu, vs, vs...
Varılan nokta ne peki? Belki Tunus hariç her yerde savaş, ölüm, acı... Tamamen istikrarsızlaşmış koca bir bölge, Suriye gibi bir “Pandora’nın kutusu”nun açılıp içeriden fışkıran kapkara cinnetin her yana giderek yayılması ve tüm bölgeyle birlikte bizim de bu şiddet sarmalının içine boylu boyunca çekilmemiz...

Yaklaşan savaş
Memleketin yarısı yangın yeri gibi. Her gün ölüm, katliam haberleri. Harabeye dönmüş kentler. Yıkık binalar. Diğer yanda Suriye’deki savaş ise giderek sınırımıza doğru tırmanıyor, adım adım geliyor ve her geçen gün yakın geçmişte dış politika adına yapılanlarla ilgili yeni haberler çıkıyor; o zaman bu sürecin içine nasıl sürüklendiğimizin öyküsü giderek şekillenmeye başlıyor. Çeşitli gizli ilişkiler açığa çıkıyor, yap-bozun parçaları bir bir tamamlanıyor. Suriye’deki savaşın bazı köklerinin ülkemize uzandığını, bu sarmala sürüklenmemizin maddi bir zemini bulunduğunu, dolayısıyla korkmak için çok somut ve gerçek nedenler olduğunu anlıyoruz. Sorunun gelip geçici tatsızlıklardan, nasıl olsa giderilecek birtakım yanlış anlamalardan ibaret olmadığı ortaya çıkıyor. Korku ete kemiğe bürünüyor.
Konuştuğum herkeste sıkıntı, endişe, kaygı hâkim. Hep birlikte kötü bir şeyler olacağını seziyor ve bekliyoruz. Herkesin algı derecesine ve durduğu yere göre bu duyguların düzeyi değişiyor, ama toplumsal ruh halinde kötümserliğin ağır bastığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Üstelik yaklaşan fırtına bulutlarını alabildiğine parçalanmış, bölünmüş, şizofrenleşmiş bir toplum manzarasıyla karşılamaya hazırlanıyoruz.

Günah keçisi
René Girard’ın ilginç bir tezi vardır: İlk insan topluluklarında kurban ritüelinin bir “günah keçisi”nin öldürülmesiyle ortaya çıktığını, bu eylemin toplum içinde kendiliğinden bir uzlaşma düzeneği yarattığını, sonradan ortaya çıkan devlet örgütlenmesinin ise bu uzlaşma düzeneğinin yeniden üretilmesi isteğinden ibaret olduğunu söyler. Mantık şöyle işler: “Günah keçisi”ni öldürmek düzeni ve barışı geri getirmeye yettiğine göre, bu kurbanın sırtına yıkılan suçları gerçekten işlemediğine inanmak mümkün değildir; o, sırtına yüklenen toplumsal rol gereği, zaten suçludur.
Evet, gökyüzü kapkara bulutlarla kaplandı, kent sokaklarında tanklar dolaşıyor, güneyimizde bizim çapımızı çok aşan bir savaşa gebe olabilecek tehlikeli adımlar atılıyor ve paramparça bir haldeyiz. Bundan sonraki aşama, geçici de olsa bir uzlaşma sağlamak için yeni günah keçileri yaratmak olmasın sakın?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024
Toplumsal çürüme 21 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları