Ayşe Emel Mesci

Unutmayın, unutturmayın

20 Ocak 2014 Pazartesi

İçinde yaşadığınız zamanın geçmişiyle organik ilişki kurmanız için hiçbir yol, hiçbir araç bırakılmamış olabilir, olsun, yine de size dayatılan bir tür sürekli şimdiki zaman içinde yaşamayı reddedin
“Geçmişin ya da daha çok, kişinin çağdaş deneyimini önceki kuşakların deneyimine bağlayan toplumsal mekanizmaların yok olması, geç 20. yüzyılın en karakteristik ve ürkütücü fenomenlerinden biridir. Yüzyılın sonunda çoğu genç erkek ve kadın, içinde yaşadıkları zamanın geçmişiyle her türlü organik ilişkiden yoksun, bir tür sürekli şimdiki zaman içinde yetişti.”
Tarihçi Eric Hobsbawm “Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991, Aşırılıklar Çağı” adlı kitabında, Türkiye’nin bugününe ışık tutmak açısından gerçekten önem taşıyan bu tespiti yapıyor.

Haber borsası
Televizyon ekranlarında çok sık duyduğum, gazetelerde çok sık okuduğum bir cümle var: “Türkiye’de gündem çok hızlı değişiyor.” Bu cümleyi ne zaman duysam veya okusam imgelemimde şöyle bir görüntü oluşuyor: Koca ülke bir borsa binası gibi, arkada dev bir ekran, haber görüntüleri kayıyor, her haberin bir borsa değeri var, ortada medya broker’ları deli gibi bir haberden diğerine koşuyorlar, haberler alınıyor, haberler satılıyor; değerler iniyor, çıkıyor, kimi zaman herkes bir haberin başına toplanıyor, sonra “yukarılardan” bir yerden yeni bir haber fırlatılıyor aşağı, baharda tohum yemeye üşüşen sığırcık sürüleri gibi koşturuyor insanlar yeni haberin peşinden…
Bu “hızlı gündem” kabulüyle Hobsbawm’ın tarif ettiği “belleksizleştirme” arasında doğru orantılı ve çok yakın bir ilişki olduğunu düşünüyorum.
Güncel siyasi aktörlerin rolleri, sahneye giriş çıkış sıraları açısından çok “hızlı değiştiği” düşünülebilecek gündem, biraz daha uzun dönemli bakıldığında, “seyirci” koltuklarından kalkıp bu kötü vodvile müdahil olma kararını kalıcılaştıramayan bizler için ne yazık ki pek değişmiyor.

Tarihten birkaç hatırlatma notu
Bakın, bundan yaklaşık 70 yıl önce Sabahattin Ali ne yazmış: “Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer. Bir gün Almanların pabucunu yalayan, ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika’ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik. Yalnız ve yalnız bir tek milletin önünde secdeye vardık. O da kendi cefakeş milletimizdir. Meğer ne büyük günah işlemişiz! Kanunlu kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük. Bugünün itibarlı kişileri gibi kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmadık, han, apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi? Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer.”
Bakın, 1980’li yılların sonuna doğru çıkan “Korkudan Korkmak” adlı kitabında Aziz Nesin ne yazmış: “İnsanın korkudan korkuya karşı moral yapısını koruması, a) Kendini korkutan güçle uyum sağlayarak; b) Ona boyun eğerek; c) Onunla özdeşleşerek; d) Ya da büsbütün edilgen kalıp ‘hiçbir şey etmemek’ yollarıyla sağlanabiliyor.”

Belleksizleşmeyi reddedin
Evet, geçmişe bakın. İçinde yaşadığınız zamanın geçmişiyle organik ilişki kurmanız için hiçbir yol, hiçbir araç bırakılmamış olabilir (sonuçta, kim ne kadar mağdur edebiyatı yaparsa yapsın, 12 Mart ve özellikle 12 Eylül darbelerinin hangi toplumsal belleği ezdikleri çok iyi biliniyor); olsun, yine de size dayatılan bir tür sürekli şimdiki zaman içinde yaşamayı reddedin. Bu dayatma kimden gelirse gelsin, kabullenmeyin.
Bu düzeni sürdürmekten çıkarı olanların asıl silahı, toplumu belleksizleştirebilme, medya borsalarında “sıcak haber” peşinde koşturabilme başarılarıdır.
Kendi gündeminizden vazgeçmeyin, unutmayın, unutturmayın.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları