Ayşe Emel Mesci

Rehin alınmış bir ülke

21 Aralık 2015 Pazartesi

Yaşadığımız coğrafya en eski çağlardan bu yana hem uygarlıklar arasında bir köprü ve geçiş yeri olma özelliği taşıyor, hem de –belki de bu özelliğinden dolayı sayısız savaşa sahne olmuş. Uygarlıklar kurulmuş ve yıkılmış. Her kuruluş ve yıkılışa insanlara büyük acılar çektiren savaşlar eşlik etmiş. Kuzeyden güneye, güneyden kuzeye, doğudan batıya, batıdan doğuya ordular çiğneyip durmuş bu toprakları. Farklılıkların bir arada yaşandığı, yaşanabildiği birçok örnekle tarihe nakşolurken, bu farklılıklar üzerinden düşmanlık üretmek de her çağın egemen ideolojisinde/ideolojilerinde kullanılan anahtarlardan biri olmuş.

Bedeli hep halklar ödedi
Genellikle din üzerinden, mezhep üzerinden, ırk üzerinden üretilen düşmanlıklar koca koca toplumları zehirler, en parlak uygarlıkları uçurumun kıyısına getirir, pek çoğunu da o uçurumdan aşağı tekerlerken, olan genellikle köyünde, kasabasında, kentinde yaşayan sıradan insana olmuş, acıların ve kayıpların büyüğü hep onun payına düşmüş, güçlüler sonunda bir şekilde uzlaşma olanağı bulurken, bedeli hep halklar ödemiş.
Ama ne ilginçtir ki yüzyıllar boyunca savaş çığırtkanlıklarının peşine takılıp o kahredici koşuya atılmaktan geri durmamış kalabalıklar. Tarihteki sayısız örnek sonunda asıl kaybedenin kendileri olacağını göstermesine rağmen, boru çaldığında hizaya girmişler saldırganların arkasında.

Büyük teslimiyet hali
Türkiye’nin önemli bir bölümünde artık örtülü, gizli hali de kalmamış bir savaş yaşanıyor. İnsanlar göç ediyor, kentlerde tanklar dolaşıyor, koca koca yerleşim merkezleri harabeye dönmüş durumda. Savaşın dili her şeyi eziyor, farklı çıkan sesler duyulmaz hale geliyor, barışın sesi zayıf kalıyor savaş tamtamlarının arasında. Yıllardır alıştırıldığımız, adeta zorla kanıksatılan “gerilim siyaseti” artık savaş üzerinden yürüyor. Dozajı artırılmış durumda. Bir ihtiras uğruna bütün memleket rehin alınmış gibi. Tarihteki sayısız örnek hepimize asıl kaybedenin bizler olacağını hatırlatmalı, ama olmuyor işte, bu ülkede savaş üzerinden oy hesabı yapılabiliyor. Çünkü savaş boruları çalındığında, akıllar tutuluyor, yüzler sertleşiyor, hizaya giriyor kalabalıklar.
Brecht’in “Cesaret Ana ve Çocukları”nda dediği gibi, “Öttü saksağan / Doldu zaman / O katıldı orkestraya / Ve adımını uydurdu / İşte karıştı araya.”
Saksağanlar ötünce hayır demek yerine, adımımızı uydurup araya karışıyorsak eğer, suçun büyüğü bizim sayılmaz mı? Zaten Brecht’in bu şarkıya koyduğu “Büyük Teslimiyetin Türküsü” başlığı, durumumuzu gayet güzel özetlemiyor mu?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları