Ayşe Emel Mesci

Neredeydik, nerelere geldik?

11 Nisan 2016 Pazartesi

Meslek yaşamımda belirleyici, yolumu çizmemde katkı sahibi olan, deyim yerindeyse bana “el vermiş” hocalarım, ustalarım var. Ama bir de kadim bir dostum, bir ağabeyim var ki hayatımın çok önemli dönüm noktalarında varolmuş, olumlu müdahaleleriyle beni hep ileriye doğru taşımış biri: Hayati Asılyazıcı. Hayati Ağabey ile sohbet çok tatlıdır. Biz ne zaman birlikte otursak laf dönüp dolaşır, benim liselerarası tiyatro yarışmasında, 14 yaşımdayken Turgut Özakman’ın “Duvarların Ötesinde” adlı oyunuyla Karaca Tiyatrosu’nda sahneye çıkmama ve onun da beni “gelecek vaat eden oyuncu” diye taltif eden jürinin üyesi olmasına gelir.

Hayatımın kilometre taşları
Hayatımın önemli kilometre taşlarından biri, beni o çocuk yaşımda tiyatro yolunda yüreklendiren bir müdahaledir o jüri kararı.
Şu işe bakın: 1960’lı yıllarda bu memlekette liselerin tiyatro kolları varmış, çalışıyor, oyun sahneliyorlarmış, liselerarası tiyatro yarışmaları düzenleniyor, bu yarışmaların jürilerinde Hayati Asılyazıcı, Ercüment Behzat Lav, Haldun Taner, Beklan Algan, Ayla Algan gibi isimler yer alıyormuş. 60’lı yıllara tiyatronun altın çağı denmesi boşuna değilmiş demek ki...
Bir başka kilometre taşı: Yıl 1978. Hayati Asılyazıcı, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın genel sanat yönetmeni olmuş. Ben de Şehir Tiyatrosu’nda oyuncuyum, 12 Mart’tan sonra afla çıkmışım, sevgili Muhsin (Ertuğrul) Hoca kadromu korumuş, tekrar çağırmış beni yetiştiğim kuruma. 1978’de oyunculuğun yanı sıra ilk rejimi de yapmışım: Lorca’dan Don Cristobita ile Dona Rosita’nın Acıklı Güldürüsü. O dönemde şimdiki kadar yazılı kaynak yok, İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali gibi bir olanak da yok, yurtdışındaki tiyatroyu takip etme şansı pek bulunmuyor. Böyle bir ortamda Asılyazıcı başlıbaşına bir hazineydi; Polonya, Rusya, Çekoslovakya, Bulgaristan tiyatrolarını yıllarca yerinde araştırmış, yazılarıyla Jerzy Grotowski’yi, Jozef Szajna’yı Türkiye’de ilk kez tanıtmış, bulunmaz bir “ilk elden” bilgi kaynağıydı... Bir gün aldı beni, gel seni çok ilginç bir temsile götüreceğim dedi, İstanbul’a turneye gelmiş Pekin Operası’na götürdü. Tiyatroya bakışımı değiştiren çok önemli bir sarsıntı yaşadım o gün.

Müteahhitlerin elinde...
Şu işe bakın diyorum bir kez daha: Bugün birçok tiyatro yayınıyla, İKSV’nin düzenlediği festivalle, son dönemde Zorlu PSM’ye gelen topluluklarla ve tabii internet ile yurtdışındaki tiyatroyu ve sahne sanatlarını çok daha yakından izleme olanağına sahibiz. 1960’larda böyle bir imkân yoktu, ama liselerarası yarışmalara zemin oluşturabilecek, hatta yeri geldiğinde ülkenin siyasi gündemini oyunlarıyla sarsabilecek kadar odaktaydı tiyatro, toplumsal yaşamla, kent yaşamıyla çok daha fazla iç içe geçmişti. Ters orantılı bir gelişme söz konusu kısacası: Ya da belki toplumsal yaşam, kent yaşamı denen olgu öyle değişti ki plaza kulelerinin, AVM’lerin, yaşamın her alanını kaplayan irili ufaklı ekranların, insan sıcağını kovan o soğuk floresan ışığın ve yap-sat zihniyetinin dayanılmaz hafifliği altında kaldı tiyatro. Nasıl ki koca memleket müteahhitlere oyuncak olduysa ...
Gerçekten de neredeydik nerelere geldik...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024
Toplumsal çürüme 21 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları