Ayşe Emel Mesci

Kent, politika ve tiyatro

01 Temmuz 2019 Pazartesi

Tüm hukuk ve etik kuralları çiğnenerek yinelenen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde Sayın Ekrem İmamoğlu bu kez büyük bir farkla kazanarak mazbatasını aldı. Kentli seçmen tepkisini uzun süredir ilk kez bu kadar net bir biçimde gösterdi.
Aslında kent ve politika etimolojik kökenlerinden başlayarak, etle tırnak gibi kaynaşmış terimlerdir. Politika sözcüğü Yunancada “kent” anlamına gelen “polis”ten türetilmiştir. “Politika”, sitenin, polisin, kentin işlerinin konuşulmasıdır.
Toplumsal süreçlerde kentlerin rolü
Toplumların tarihsel süreçlerinde kentlerin yaşamlarında gerçekleşen dönüşümler hep önemli rol oynamışlardır; kentlerin bu rolü modern çağdan itibaren iyice belirginleşmiştir.
Çağımızda özellikle Avrupa Birliği ülkelerinde merkeziyetçi yapılar varlıklarını sürdürseler de birçok yetkilerin halka, seçmene daha yakın, daha yerel yönetim kurumlarına devredilmesi eğilimi de ağırlık kazanıyor. Devletler sivil toplum örgütlerine temsiliyet yetkileri tanıyor, yurttaşlarıyla etkileşim içinde olmaya önem veriyor, kullanılan dilde artık “yönetim” kadar “yönetişim” terimi de yer buluyor. Biz merkeziyetçi yapı-yerel yönetimler ilişkisinde henüz aynı noktada değiliz elbette ve bunun toplumsal, kültürel, siyasal pek çok nedeni var. Ama Batı’da politikadaki, yani kent kültüründeki gidişatın bu yönde olduğunu da görmek gerekiyor.

Kent-tiyatro ilişkisinin tarihi
Peki, kent yaşamıyla sanat, özellikle de tiyatronun ilişkisini nasıl kurmak gerekir? Antikçağdan bu yana sanatsal/toplumsal işlevi ve mekânlarıyla kentin ayrılmaz bir parçası haline gelen tiyatro, hem kent kültürünün hem de kent mimarisinin harcı içine katılmıştır. 68 kuşağından değerli dostum Yaşar Yılmaz’ın kaleme aldığı “Anadolu Antik Tiyatroları” adlı muhteşem kitap, Anadolu coğrafyasının bu durumun anıtsal örnekleriyle dolu olduğunu gözler önüne seriyor.
Modern çağdaki durumu da Osmanlı’nın son dönemindeki reform arayışlarından Cumhuriyet’e uzanan süreçte, çağdaşlaşma öncülerinin çabalarında izlemek mümkündür. Bu çabaları birbirine bağlayan en anlamlı cümlelerden biri, modern Türk tiyatrosunun kurucusu Muhsin Ertuğrul’un 1956 yılında Reşat Nuri Güntekin’e (ölümünden sonra) yazdığı açık mektupta karşımıza çıkıyor: “Bugünün genç aydın valileri sanki Ahmed Vefik Paşa’nın, Ziya Paşa’nın, Ali Bey’in torunlarıymış gibi her biri bir tiyatro açmak için çırpınıyor.”

Çağdaşlaşma zihniyeti
Aralarında yaklaşık 75 yıllık bir fark bulunan iki vali kuşağının modern kentler yaratmak veya kent yaşamına katkı sunmak amacıyla “tiyatro açmak için çırpınma” noktasında buluşmaları, Türkiye’nin çağdaşlaşma zihniyetinin kent ve ülke yaşamında tiyatronun yerinin bilincinde olduğunun göstergesidir.
O günlerin valilerinin görevleri bugün daha çok belediye başkanlarına geçmiştir; “politika”da, yani kent işlerinin düzenlenmesinde sanata ve tiyatroya doğru yeri verme, böylece kent yaşamını daha sağlıklı kılma, çağdaşlaştırma sorumluluğu da artık belediye başkanlarında, İstanbul özelinde baktığımızda da bugün itibarıyla Sayın Ekrem İmamoğlu’ndadır.
Bu görevini yerine getirirken, konuyu kişisel yakınlıklar, sanat dünyasındaki kemikleşmiş lobiler üzerinden birtakım isimlere havale etmekle yetinmeyeceğine; kurumsal ve kalıcı çözümler üretmek için bizzat gayret edip sanatın da en az toplu taşıma, trafik, hatta geçim derdi kadar hayati bir sorun olduğunu kendisine oy veren herkese hissettireceğine içtenlikle inanıyorum. İşe İBBŞT’nin yönetmelik sorunundan ve gasp edilen özerkliğinden başlamasını umarak, yürekten başarılar diliyorum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları