Ayşe Emel Mesci

İlhan Berktay’ın ardından...

28 Ocak 2019 Pazartesi

Bir devir kapanıyor.
20 Ocak’ta yitirdiğimiz kayınpederim İlhan Berktay’ı 21 Ocak’ta Zincirlikuyu Camii’nden uğurlarken, bu kısa cümle aklımdan hiç çıkmadı.
Bir kuşak bitimi bu. Sadece bizim aile için değil, Türkiye için de geçerli... Zor zamanlarda, 1940’larda sosyalist mücadeleye atılmış, sosyalizmin 1960 sonrasına aktarılmasında önemli rol oynamış bir kuşak sona eriyor.
İlhan Ağabey o kuşağın en gençlerinden biriydi herhalde. Dört Berktay kardeşin de en küçüğüydü: Erdoğan, Alpaslan, Orhan ve İlhan...

Zor zamanlar
“Türkiye’nin zor zamanları” ifadesi abartılı görünebilir. İlhan Berktay’ın mükemmel anı kitabından (“Aşkta ve Kavgada Solmaz Hanım’la Bir Ömür”) hareketle yapılacak bir karşılaştırma bu ifadenin daha net anlaşılmasını sağlayabilir.
İlhan Berktay 1948’de İTÜ Makine Fakültesi’ne girer. Daha sonra da İYTGD’nin (İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği) en genç başkanı olur. Dernek, hapisteki Nâzım Hikmet’i kurtarmak için düzenlenen kampanyalarda çok aktif bir rol oynamaktadır. Berktay bu faaliyetleri yüzünden İTÜ’deki sağcı, milliyetçi öğrencilerin boy hedefi haline gelir. Defalarca saldırıya uğrar. Yıllar sonra, 68 döneminde bu saldırıların başını çekenlerden biriyle Yıldız Teknik Okulu İnşaat Fakültesi’nde tesadüfen karşılaşır. İlhan Ağabey o sırada artık öğretim görevlisi olmuştur. Yirmi yıl öncesinin anti-komünist saldırganı şimdi kendisine “Ben artık seni solladım” demektedir. İlhan Ağabey, “Ne olmuştu?” diye soruyor ve cevabını veriyor: “İTÜ basket takımının menajeri olmuştu. Ne ilgisi var, demeyin. O zamanki İTÜ, İTÜ’ydü ama. Futbol sahasında Mahir Çayan top oynuyor, zaman zaman yurtta kalıyor. Basket maçlarında öğrenciler, ‘Combalasi Bombalasi Bom Bom Bom! Teknik, Teknik, Hey Hey Hey!’ dedikten sonra başlarlardı ‘Bağımsız Türkiye, Bağımsız Türkiye’ diye slogan atmaya... Bizimki de bu havanın etkisiyle beni sollamış...”
Evet, zor zamanlardı. İlhan Ağabey ve Solmaz Abla o zor zamanların içinde tanışıp, âşık oldular, birlikte hapse girdiler, hapishanede evlendiler, hayat kavgasını da memleket kavgasını da hep birlikte göğüslediler, bir ömür geçirdiler kol kola, omuz omuza, Solmaz Abla 2004’te bizi terk edip gidinceye kadar...

Boşuna ölmek...
Güzel güzel insanlar teker teker çekip gidiyorlar. Onları birbirlerine bağlayan arkadaşlıkların, kuşakları birbirine bağlayan ortaklıkların anlamları geleceğe doğru da sürebilecek mi bir şekilde? Yoksa o bağlar, o anlam kümeleri de zaman içinde çözülüp, dağılıp, yitip gidecek mi?
Mina Urgan zamanında İlhan Berktay’a, “Hepinizin yazması lazım, yoksa her şey unutulacak” dermiş. İlhan Ağabey anılarını niye yazdığını böyle açıklıyor: “Gerçekten de o sevinçli, daha da çok acılı günler kaybolup gidecek. Ayrıca Solmaz’a karşı boynumun borcu diye düşünüyorum.”
Mine Söğüt 25 Ocak tarihli yazısında, “Uğur Mumcu boşuna öldürülmedi, ama boşuna öldü” diyor. Yaptığı eleştiriye katılsam da, yine de içim acıdı, içim isyan etti o cümleyi okuduğumda.
Bugün o anlam bağları dağılmış, toplumsal örgütlülük yerle yeksan olmuş gibi gözükse de, geçmişte çekilen acıların “boşuna” olduğu söylenebilir mi? Kimbilir şu memlekette kaç milyon kişinin, kaç kuşağın toplu ve kişisel tarihi, duygu ortaklıkları silinip gitmez mi o zaman?
Çehov’un “Üç Kızkardeş” oyununun finalinde Olga şöyle der: “Zaman geçecek, bizler de sonsuzca ayrılıp gideceğiz yaşamdan. Yüzlerimiz, seslerimiz, kaç kişi olduğumuz, hepsi unutulacak. Ama acılarımız, bizden sonra yaşayacaklar için sevince dönüşecek; mutluluk, dirlik, düzenlik egemen olacak dünyaya.”
Ben bu umudu yitirmek istemiyorum. Bu umutla uğurlar olsun diyorum sevgili İlhan Ağabey’ime, umarım Solmaz Abla ile kavuşmuşlardır sonunda...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024
Toplumsal çürüme 21 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları