Ayşe Emel Mesci

Gülriz Sururi’nin vedası

07 Ocak 2019 Pazartesi

Yılın son günü, 2018’e veda ederken ayrıldı bizden Gülriz. Kendi ifadesiyle “dünyamızdaki yolculuğunu tamamladı.” Bende apayrı bir yeri vardı. 1967’de Gülriz Sururi-Engin Cezzar tiyatrosunda ilk kez sahnelenen Güngör Dilmen’in “Kurban” adlı oyunundaki Gülsüm rolüyle, profesyonel tiyatroya ilk adımlarımı atmıştım. Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu ve tabii ki Şehir Tiyatrosu; bu üç kurum Konservatuvar’ın yanında ayrıca okul oldu benim için. Dolayısıyla Gülriz önce bir hoca, bir ustaydı hayatımda. Sonra birçok kaygıyı, birçok sevinci paylaştığımız bir dost, bir arkadaş oldu... Büyülü gözleri, dimdik duruşuyla gözümün önünden gitmiyor, gitmeyecek. Ve sonra o ilan: “Gülriz Sururi Cezzar dünyamızdaki yolculuğunu tamamladı. Dilediği gibi dün toprağa karıştı.”
Törensiz, habersiz “veda” edip gitti. Engin Cezzar için de aynı şeyi yapmıştı, belli ki kendi için de önceden planlamış her şeyi, her zamanki disiplini ve titizliğiyle. Bu davranışın sebebini, Engin Ağabey’in ölümünden sonra Ayşe Arman’a verdiği röportajda izah etmişti gerçi, ama Gülriz’de yıllar önce şekillenmiş bir fikirdi bu, 2003 yılında çıkan “Biz Kadınlar” adlı kitabında “Avlu Parti” başlığıyla bu davranışın temelindeki tepkisini kaleme almıştı... Yer sınırlarından ötürü biraz kısaltarak da olsa sizlerle paylaşmak istedim bu yazıyı. Zaten Gülriz’li anıları ve yazıları zaman zaman paylaşmaya devam edeceğim.

Cenaze törenlerine saygı
Geçtiğimiz günlerde iki dost kaybettim. İki dostun cenaze törenine katıldım. Oysa son katıldığım cenaze töreninde kendime söz vermiştim “Bu son” diye. Hiç olacak şey mi? O iki dostu son mekânlarına uğurlamaktan insan ne pahasına olursa olsun vazgeçebilir mi?
İstediğim kadar “Ben artık hiçbir cami avlusunda ölüye saygı duymayan kimselerle omuz omuza olmak istemiyorum” diyeyim. Gittim tabii, oldum tabii. (...)
Kimseden dindar olmasını istemek hakkım değil. Kişinin kendi dininin icaplarını ne kadar bileceği de, ne kadar yerine getireceği de kendi bileceği iş. Ama soruyorum. Bir ödül töreninde, bir baloda, bir düğün töreninde titizlikle her şeyin gereğini yerine getirmeyi pek güzel beceren insanımız, neden cenaze töreninde aynı başarıyı gösteremez?
Nasıl bir düğünde gelin ve güveyle kalkıp oynuyorsak, bu mutlu güne sevinerek katılıyorsak, öyle bir günde somurtup oturmanın yakışık almayacağını biliyorsak, lütfen cenaze törenlerinde de aynı saygıyı taşıyalım. En azından gerekli gereksiz konuşmak zorunda olmadığımızı bilelim. Susmak bile başlı başına bir saygı göstergesidir.
Ne çıkar yarım saatçik ölümle haşır neşir olsak? Ölen insanı düşünsek, kendi ölülerimizi düşünsek, çevremizde, dünyamızda ölüp gidenleri düşünsek ve başka hiçbir şey düşünmemeye çalışarak birkaç dakikacık ruhumuzu arındırsak. Sanırım aramızdan ayrılıp dünyamıza veda eden insanın da (eğer söyleyebilseydi) bizlerden son beklediği bu olacaktı. Bunu yapamıyorsanız cenaze törenlerine katılmayın. Cami avlusunda karşıdaki sandukanın içinde artık yaşamayan, ama hâlâ o olduğunu bildiğimiz insanın, en azından bedeninin bizimle olduğu bu son dakikalarda onu düşünelim, onun söylediklerini analım, yazdıklarından söz edelim.
Dinimizin icaplarını yeterince bilmeyebiliriz belki, ama bunun insanlık icabı olduğunu bilmeliyiz.
Güle güle Gülriz, güle güle güzel Zefiros, ebedi gençlik rüzgârı olarak esip geçtin bu dünyadan.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024
Toplumsal çürüme 21 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları