Ayşe Emel Mesci

Çehov üzerine düşünmek

06 Haziran 2016 Pazartesi

Anton Çehov, dünya tiyatrosunda benzersiz bir yere sahip. Çünkü hem çağının çok içinde, hem de her şeyiyle kendine özgü, taklit edilmesi neredeyse olanaksız bir sahne dili var. Çehov ve Çehov kişilikleri üzerinde düşünmek çeşitli açılardan ufuk açıcı olabiliyor. Almancada güzel bir terim var: “Zeitgeist.” Çağın ruhu, zamanın ruhu diye çevriliyor Türkçeye. 19. yüzyıl sonunda ve 20. yüzyılın ilk yıllarında yaşayan Anton Çehov, kısa ömrüne (1904’te, 44 yaşında vefat etmiştir) bir sanatçı olarak çağının ruhunu yakalamanın en yetkin örneklerini sığdırmayı bilmiştir.

Aile içindeki uçurum
Çehov, hikâyesini yazdığı kişilere geçmişi ve geleceği şimdiki zaman içinde yan yana var etmiş çağının çalkantısı içinden bakar. 1899’un Ekim ayında Meyerhold’a yazdığı bir mektuptaki şu sözleri Çehov oyunlarının önemli anahtarlarından birini de vermektedir: “Geçmişle gelecek arasındaki uçurum, özellikle aile içinde hissedilir.” Çehov’un en iyi bilinen ve dünyada en çok oynanmış oyunları olan Martı, Vanya Dayı, Vişne Bahçesi, Üç Kızkardeş’i düşünelim. Bu oyunların zaman ve mekân şemaları birbirine çok benzer. Kırda bir ev, bir aile, o aile çevresinde şu veya bu nedenle toplanmış diğer kişiler, belirli bir zaman süresi ve bu kesit içinde ilişkilerin yavaş yavaş belirginleşmesi, sonra da dağılması, çözülen bir evren, ama bunun içinde geleceğe yönelik bir umut pırıltısı.

Çığlığa benzer bir tümce
Çehov oyunlarının en önemli özelliklerinden biri de rollerin repliklerden yola çıkılarak çözümlenmeye çalışılmasının güçlüğü, hatta olanaksızlığıdır. Stanislavski’nin bu zorluğu çok iyi anladığı görülüyor: “Akşam vakti. Ay doğar. İki kişi –bir erkekle bir kadını yalnızca asıl duygularını gizlemek gibi bir anlam taşıyan bir sohbete dalmışlar (Çehov’un kişileri çoğunlukla böyle davranır). Birdenbire acı çeken kızın yüreğinden kopan beklenmedik bir iç çekiş, sonra da yalnızca kısa, çığlığa benzer bir tümce: ‘Yapamam, yapamam, yapamam’ (.) Sonra da umutsuz aşka kapılmış genç adam, can sıkıntısından vurduğu olağanüstü güzel beyaz bir martıyı sevgilisinin ayakları dibine koyar.” Bu sahneyi repliklerden değil, repliklerin ardındaki dünyadan yola çıkarak çözebilirsiniz ancak. O dünyada Çehov ve inanılmaz bir duyarlılıkla algılamayı başardığı “çağının ruhu” sizi beklemektedir. Bu ruha oyunculuğu ve sahnelemeyi sadece dış olay örgüsü üzerine kurarak ulaşılamaz.

Sözlerin ve sessizliklerin arka arkaya örülmesi
Çehov oyunlarında suskunlukların, sessizliklerin, satır aralarının önemi iç olay örgüsüne, yani arkadaki ruha, onun seyircide yaratacağı çağrışımlara ulaşma gereğinden kaynaklanır. Martı’da oyunun sonuna doğru sessizlikte cama çarpan yağmur damlaları duyulmaktadır; sahnede sessizlik vardır; bir kâğıt oyunu sürmektedir, uzaklarda bir yerde bir vals çalar, sonra silah sesi. Çehov oyunu/oyunculuğu seslerin, sözlerin ve sessizliklerin arka arkaya örülmesidir aynı zamanda.

Çağ dönümü hüznü
Bu oyunların yüz yılı aşkın bir süre sonra iyi sahnelenip oynandığında hâlâ bize seslenebilmesinin sırrı nedir? Bence buradaki en önemli nokta, Çehov’un bir dünyanın sona erişini insan ilişkileri üzerinden çok ustaca ve çok sahici bir şekilde anlatmış olmasıdır; bu nedenle yazar, okuyanı/ seyredeni anlattığı hikâye üzerinden doğrudan kendi kişisel “tarihi”ne göndermekte, onun ruhundaki hüzün tellerini çağ dönümünün hüznü üzerinden titreştirmekte, bazen de Olga’nın Üç Kızkardeş’in finalinde söylediği gibi, “bu acıları niçin çektiğimizi bir gün öğreneceğiz” dedirtmektedir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları