Ayşe Emel Mesci

Çağdaşlaşma serüveni

06 Mart 2017 Pazartesi

Hayati Asılyazıcı ile Gülgün Feyman tarafından “Mucize” oyununu konuşmak üzere davet edildiğimiz Ulusal TV’deki “Nasıl Yani” programında yazarımız Sayın İlker Başbuğ, Atatürk’ün günlüklerinden bir not okudu. Atatürk bu notta, Cumhuriyet’in dört temel sütun üzerinde yükselmesi gerektiğini yazmış: Mektep, iktisat, sanat, imar. Bu son derece gerçekçi ve ileri görüşlü tespit, aynı zamanda yıkılan ile kurulan, yani Osmanlı ile Cumhuriyet arasındaki kırılma noktalarını da gayet iyi özetliyor.

Doğal refleksler
19. yüzyıl başından beri reform çabalarının hemen hepsine aynı zamanda bir “yeni mektep” kurma girişimi de eşlik etmiştir. Reformların kalıcılığının “mektep”, yani eğitim ile sağlanabileceği düşüncesi, Osmanlı’nın son yüzyılında “devleti kurtarma” zihniyetiyle ileri atılmış bütün kuşakların genlerine işlemiştir. Dolayısıyla, saltanatı ve hilafeti kaldırıp cumhuriyeti kuran, reform değil “Anadolu İhtilali” yapan Mustafa Kemal’in devrimin kalıcılığının ilk şartını “mektep”te araması hem içinde bulunduğu objektif koşullara, hem de içinden geldiği tarihsel geleneğe uygundur. Hem durum tespitinden yola çıkan akılcı bir sonuç, hem de düşünsel düzeyde doğal bir refleks söz konusudur. Ama hiç unutulmaması gerekir ki Türkiye’nin hâlâ kapatılamamış fay hattında, bunun tam zıt yönünde, tüm kötülükleri “mektep”ten, daha doğrusu laik eğitim sisteminden ve onun ürettiği “aydın” tipolojisinden bilen bir karşı-zihniyet, bir karşı-refleks de mevcuttur. “Mektep” ve “mektepli”, “üniversite” ve “üniversiteli”, genelde “aydın”, Cumhuriyet’e daha geri bir noktadan karşı çıkan güçler tarafından hep tehlikeli görülmüş, hep hedef yapılmıştır. Bu çatışmanın kökleri derinde, Türkiye’nin 200 yılı aşan çağdaşlaşma serüvenindedir.

MSM’ye saldırı
20 Şubat 2017’de Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne yapılan saldırı da ne yazık ki bu çatışmalı, acılı hattın devam ettiğini gösteriyor. Olayın arkasında ne vardır, kim vardır, kışkırtan, azmettiren birileri var mıdır, yok mudur, onları bilemem kuşkusuz. Ama taraflar oldukça net: Bir yanda Müjdat Gezen Sanat Merkezi var. Ne yapmış Muhsin Ertuğrul’un talebesi Müjdat Gezen? Sahne sanatlarına yönelmek isteyen gençler için bedava eğitim veren bir kurum açmış. Hepimizi de bu okula toplamış, gençlere bildiklerimizi öğretmemizi sağlamış. Atatürk’ün iki önemli sütun olarak saydığı “mektep” ve “sanat”ı, üstelik tiyatro sanatını bir araya getirmiş. Yani suçu büyük! Peki, karşı tarafta durum ne? Eskiden “aydın”lara saldıranların “milli duyguları” galeyana gelmiş olurdu; son zamanlarda ise “hanedan-ı Âl-i Osman aşkı”nın depreşmesi moda. Bizim okula saldıran kişi de “Ben Abdülhamit’e laf söyletmem” diye benzini döküp kibriti çakmış. Bütün kavga simgeler üzerinden yürütüldüğü, cehalet de iyice iktidarını ilan ettiği için, fay hattının bir tarafında tabu sayılan bir ismi ağzına almanın her türlü saldırıyı en azından toplumun bir kesiminde meşru kılmaya yeteceğini varsayıyorlar. Ama yanılıyorlar. MSM’yi dört bir taraftan akın akın ziyarete gelenleri görseler bu planın işlemesinin eskisi kadar kolay olmayacağını anlarlardı. Fay hattı hâlâ yerinde duruyor gerçi, ama bence millet haksızlıktan, ahlaksızlıktan, alçaklıktan sıkıldı artık. Cehaletin “hükümsüzdür” damgasını yiyeceği günler uzak değil.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları