Aydın Engin

Rehine bir gazeteci: Deniz Yücel

26 Nisan 2017 Çarşamba

Başlıkta Deniz Yücel adını okuyunca hemen hatırladınız mı, yoksa biraz duraksadıktan sonra mı hatırladınız? Ya da hiç mi hatırlamadınız?
Duraksayanlara da hatırlamayanlara da şaşırmadım.
O kadar çok, öylesine dev boyutlu bir tutuklama dalgasının içindeyiz ki başa çıkmak, kim nerede, neden tutuklu; yargılama başladı mı, iddianame düzenlendi mi sorularını cevaplamak neredeyse mümkün değil.
Aileler, yakın çevreleri, dostları, arkadaşları elbette biliyor, ilgileniyor, toplumda duyarlık yaratmak için ellerinden geleni yapmaya çabalıyorlar. Ancak bu çabalar ateş düştüğü yeri yakar deyimindeki gibi bütünü kapsayamıyor, ülkede kol gezen hukuksuzluğa, adaletin ayaklar altına alınmışlığına karşı çıkan etkinliklere dönüşemiyor.
Kendimden pay biçiyorum. 12 arkadaşım, (düzeltiyorum) 12 çok yakın arkadaşım hapiste altıncı aylarını doldurmak üzereler. Yargılanmaları için ciddiye alınacak tek bir kanıt yokken, tutuklu yargılanmalarına hükmeden bir yargı süreci beni öfkelendiriyor, arkadaşlarımdan altı aydır ayrı kalmak beni kederlendiriyor.
Kimi -bence insafsız- okurlardan gelen “Yazacak başka konunuz yok mu sizin Engin efendi” fırçalarını zerre kadar umursamadan becerebildiğim kadar sık arkadaşlarım üstüne yazıyorum. Bıraksalar her gün bir normal Tırmık, bir de “Silivri Tırmık”ı yazarım.
Oysa yurdumun hapishaneleri binlerce ve binlerce tutuklu ile dolup taşmakta. Her biri adalet arayanların çığlığı olan hapishane mektupları masamın üstünde boyumu aşan yığınlara dönüşmekte.
Sadece meslektaşlara yönelen cezaya dönüşmüş tutuklama adaletsizliği üstüne yazmaya niyetlensek 100 sayfalık bir gazete çıkarmamız gerekir.
Size ulaştırılan, nedense ve nasılsa iddianame diye adlandırılan resmi metinleri okumaya, değerlendirmeye, eleştirmeye kalksanız binlerce sayfanın altında ezilirsiniz.
Bunları yapamıyorsunuz ve yine de yüreğinizin derinliklerinde bir suçluluk, bir eksiklik, “Yeterince ses yükseltemiyorum; hukuku ve adaleti savunmak için yeterince çalışkan değilim galiba” sorusu çengelleniyor...

***

Bir örnek:
Bu Tırmık’ın başlığında yer alan saygın Alman gazetesi Die Welt’in Türkiye temsilcisi Deniz Yücel.
Genç bir meslektaşım. İyi, hatta çok iyi bir gazeteci. Meslek etiğini sindirmiş, habercilikte objektif olmaya sımsıkı bağlı ve halkın haber alma hakkını yerine getirmenin mesleğin temel ödevi olduğunu içselleştirmiş bir meslektaşım.
14 Şubat’ta gözaltına alındı. 13 günlük mutlak bir yalıtılmışlıktan sonra 27 Şubat’ta birer tutuklama makinesine dönüşmüş sulh ceza hâkimliklerinden birinin önüne çıkarıldı ve tutuklandı. O gün bugün Silivri’de F tipi hapishanelerin üç kişilik hücrelerinden birinde tek başına tutuluyor.
Peki neyle suçlanıyor Deniz Yücel?
Hükmü ülkemizin en yüksek yargıcı Tayyip Erdoğan kesti:
- O bir terörist ve ajandır.
Ardından ekledi:
- Hiçbir surette Almanya’ya iade edilmeyecek. Ben bu makamda olduğum sürece asla!..
Eh, o böyle deyince sıradan bir savcıya, sıradan bir yargıca söz mü kalır?
Deniz Yücel, Silivri’de daracık bir alanda volta atmaya devam etmek zorunda...
Suçu mu?
Çok ağır.
Kandil’de PKK’nin ağır toplarından biriyle söyleşi yaptı. Bunu yapan onlarca gazeteci var ama ne gam...
Erdoğan ve takımının hoşlanmayacağı haberler yazdı. Bunu yapan onlarca gazeteci var ama ne gam...
İçerdeki ve dışardaki Cumhuriyet yazarları için düzenlenen iddianame, Lale Sarıibrahimoğlu, Şahin Alpay, Murat Aksoy gibi meslektaşlarım için düzenlenen iddianameler yeterince kanıtlıyor:
Bu ülkede gazetecilik, sahici gazetecilik suçtur.
Dolayısıyla Deniz Yücel de suçludur...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları