Aydın Engin

Meslek İçi Bir Tartışma

05 Nisan 2015 Pazar

İki DHKP-C’li militan Çağlayan’daki Adalet Sarayı’na tabancaları ve örgüt bayrakları ile girdiler; Berkin Elvan dosyasına bakan savcının odasına daldılar; tabancayı savcının kafasına dayayıp rehin aldılar.
Eylem böyle başladı.
Ardından kafasına tabanca dayanmış savcının fotoğrafını cep telefonu kamerası ile çektiler ve sosyal medya kanalı ile yaygınlaştırdılar. Fotoğrafta çaresiz savcı, yüzünü şöyle böyle örten DHKP-C’li ve arka planda da DHKP-C amblemini, sembollerini taşıyan bayrak, flama benzeri birkaç propaganda malzemesi görülmekteydi.
Hiç tartışmasız meslek dilinde “flash” dediğimiz bir haberdi. Haberin fotoğrafı da yukarıda tanımladığım fotoğraftı.
Bu fotoğrafın kullanılması AKP kanadında fırtınalara, AKP medyasında ise benzeri az görülmüş salyalı bir saldırıya yol açtı.
O fotoğrafı kullanan gazetelerin, savcının cenaze törenini izlemeleri yasaklandı. Başbakan’ın zembereği boşalmış olsa gerek ki anayasayı, yasaları filan unuttu ve yasaklama kararını bizzat kendisinin verdiğini bizzat kendisi açıkladı.
Dün okudunuz. Cumhuriyet basın özgürlüğüne böyle bir yasak koyma hakkını nasılsa kendinde gören Başbakan’la mahkeme önünde hesaplaşacak.
Başbakan’ın böyle bir yasak koyması ve ağzında epey eğreti duran ateşli bir üslupla kararını savunması umurumda değil.
Ancak o fotoğrafın kullanılmasına meslekte düşüncelerine saygı duyduğum, önem verdiğim kimi dostlarım da itiraz ediyor. O fotoğrafı yayımlamakla DHKP-C propagandasına alet olunduğu kanısındalar.
Epey tarttım. O meslektaşlarımın görüşlerine önem veririm; ama hak veremedim.
O haber ancak o fotoğrafla hak ettiği çarpıcılığa, öneme kavuşuyordu. Dahası o fotoğrafa bakanlar “Vay be bu DHKP-C ne kadar güçlü, ne kadar önemli ve ne kadar haklı bir örgütmüş. Afferin yani…” filan demediler. Tersine, ürkütücü bireysel şiddeti siyasal mücadele yöntemi olarak seçmişliğin bütün anlamsızlığı
o fotoğrafta ete kemiğe
bürünüyordu. Tartışmayı Çağlayan Adliyesi’ndeki olayla sınırlamayalım.
Benzeri ürkütücü şiddet görüntülerine son bir yıl içinde IŞİD’in sosyal medya üzerinden yaydığı fotoğraf ve videolarda sık sık tanık olduk. Boynu bıçakla kesilmek üzere turuncu bir “kefen” giydirilmiş çaresiz tutsaklar ve arkalarında karalara bürünmüş, peygamber mühürlü bayraklarını dalgalandıran, İslam adına kelle kesmekle övünen cellatlar hepimizin belleğine kazındı.
Ne oldu? O videoları, fotoğrafları izleyenler IŞİD propagandasının kurbanı olup birer IŞİD sempatizanı mı kesildiler?
Bence tam tersi oldu. IŞİD’in nasıl kör bir ölüm aygıtı olduğu, İslamın onların elinde nasıl kirletilip kanlandığı herkesin bilinçlerine yansıdı. IŞİD’i küçümseyenlere karşı toplumsal duyarlılık arttı; IŞİD’i “Irak’ta Sünnilere yapılan haksızlıklara isyan eden öfkeli çocuklar” diye tanımlayan siyasal aymazlığın ipliği bir kerre daha pazara çıktı.
O fotoğrafın kullanılmasına şiddetle itiraz etmek, kanımca ülkede güvenliği sağlamakla yükümlü olan iktidarın suçunu örtme çabasıdır.
AKP medyasındaki saldırılara gelirsek...
(Boş verin, gelmeyelim. Söz etmeye değmez. Burada gazetecilik mesleğini tartışıyoruz. Onların bu tartışmada yeri yok.)

***

Yukarıdaki Tırmık kimi meslektaşlarıma ters düşecek. Bari hazır hızımı almışken kimi avukat dostlarıma da ters düşeyim.
Adliye binalarına girerken avukatların üstünün X-Ray cihazı ile, kuşkulu bir sinyal gelirse bir de el ile aranmasına şiddetle itiraz ediyorlar.
Ben de bu şiddetle itiraza şiddetle itiraz ediyorum.
Adliye binalarına giriş çıkışta yurttaşların yanı sıra avukatların, savcıların, yargıçların hepsinin aranmasında ne sakınca var? Yargıçlara, savcılara ve avukatlara neden böyle bir ayrıcalık tanınsın ki?
Tamam, böylesine bir kontrol tatsızdır. Ama terör gerçeği var oldukça gereklidir de.
Sadece adliye binalarında değil, havalimanlarında da yargıçların, savcıların, avukatların tıpkı biz yurttaşlar gibi aranması bir haksızlık değil.
Anlamsız bir ayrıcalık olarak haksızlığın ta kendisi...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları