Aydın Engin

Hem İçeyim, Hem Üstüme Dökeyim

31 Ağustos 2014 Pazar

Başkanlığını Tayyip Erdoğan’ın, başbakanlığını Ahmet Davutoğlu’nun yapacağı hükümet kuruldu.
Yeni girenler, geri düşenler…
Kim bilir Ankara kulisleri nasıl kaynıyor; gazetenin yazıişleri masasında neler konuşuluyordur?
Gel gör ki ben iki günlüğüne Brüksel’i teftişe gittim. Teftiş dediğim “Belçika birası ile Belçika Calvados’u üstüne mukayeseli lezzet farkı” konulu bir doktora(!) çalışması yapıyorum da… (Calvados, elma şarabından damıtılmış konyak diye tanımlanabilir)…
Yani yeni hükümet üstüne, girenlerin anlamı, gidenlerin önemi, kalanların hesabı üstüne laf ebeliğinden öte yazacak halim yok. Öyle yapıp da okura -çaktırmadan da olsa- saygısızlık etmeye hiç niyetim yok.
Oysa bugün yazı günüm. Cumhuriyet’te daha bir ayı doldurmamışken bir yazı gününü boş geçirmek gazeteye de okura da ayıp olur.
Eeee?
“N’apçez?”
Ustaların, “Konu bulamıyorsan trafik yaz. Her zaman günü kurtarır” öğüdü de işe yaramaz. Ne yani, 36 saatlik hafta yüzünden cuma günleri saat 14’te paydos edildiği için öğle vakti adeta açılmamacasına kilitlenmiş Brüksel trafiğinden söz etmek okuru niye ilgilendirsin?
Peki, tatillerini Türkiye’de, Akdeniz kıyılarında geçirmiş, dönüş için Brüksel uçağına doluşmuş, yüzleri, omuzları ve bacakları Akdeniz güneşi ile doya doya öpüşmüş, kızlı erkekli Belçikalılardan söz etsem?..
Hatta hoş bir rastlantıyla aynı uçakta Brüksel yolunu tuttuğumuz, Belçika televizyonunun Flamanca bölümünde çalışan, epey eski tanıdık, sevimli ve fırlama bir meslektaşla sohbetimizi de aktarsam?
Tatilinin son iki gününü geçirdiği İstanbul’a vurulmuştu ve durmadan benim ne kadar şanslı, kendisinin de yağmurlu, soğuk ve -ona göre- ruhsuz Brüksel’de yaşadığı için ne kadar bahtsız olduğunu yineleyişini okurlarla paylaşsam?
Benim, “Yakında susuz kalacak İstanbul. Gör bakalım o cennet İstanbul’unu Siz de su diye bir sorun yok” deyişime, omuz silkip “Evet bizde su sorunu yok. Ama temiz su sorununa ne diyeceksin? Bizim denizimizde yüzene intihar etmeye çalışıyor gözüyle bakılıyor” diye cevap verdiğini filan eklesem…

***

… Diye abuk sabuk satırlarla günü kurtarmaya, bir yazı yetiştirmeye çabalarken ekranıma bir fotoğraf ve kısa bir bilgi notu düştü. Silopi’den bir Kürt meslektaş yollamış. Kısa da bir not eklemiş:
- Abi sen de gör, denk getir, yaz istedim.
İri kara gözleri ile bana ve size bakan bir Ezidi kızın fotoğrafı bu.
11 yaşındaymış. Bir ayağında plastik terlik, ötekinde kışlık potin benzeri bir pabuç. Entarisi silme sıvama toza bulanmış… Babası ve küçük kardeşi ile sınırı geçmişler; ninesiyle anası sınırın öte yanında kalmışlar. Pasaportları yokmuş. Onun da yokmuş. Zaten hiç pasaportu olmamış. Zaten pasaporta hiç ihtiyacı da olmamış. Nasılsa sınırı geçmiş işte. O yaşta öyle süzgün, öyle üzgün, öyle yorgun…
Ve ille de bana (bize) dikilmiş o iri kara gözler…
Cehennem sıcağından beter Güneydoğu ağustosunda, Silopi Belediyesi’nin sağladığı derme çatma çadırlarda kalıyor.

***

Genç gazeteci arkadaşımın notundan aynen aktarıyorum:
Sormuş:
- Bir isteğin var mı?
O cevap vermiş:
- Var. Su olsun. Hem içeyim hem üstüme dökeyim…
Brüksel’de bir otel odasının banyosunda su gürül gürül akıyor.
Duş ne söz; elimi yüzümü bile yıkamadan yatacağım.
Yazı bitti.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları