Aydın Engin

Gündemin Peşine Takılmak - Gündem Yaratmak

01 Eylül 2014 Pazartesi

Sizi bilmem, beni hafakanlar basıyor. Günlerdir, haftalardır kutlamalarla, devir teslim törenlerinde olup bitenlerle yatıp kalkıyoruz.
Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildi. Tamam anladık. Ardından o yalama olmuş balkon konuşması geldi. Haydiiiii, hep birlikte balkon konuşmasının satır aralarını, yeni deyimiyle kodlarını, şifrelerini çözmeye soyunduk…
Daha o bitmeden bu sefer Cumhurbaşkanı Gül’ün vedası, Hayrünnisa Gül’ün “intifada”sına yumulduk. Satır arası okumalar, kod arayıp şifre çözmeler…
Sonra eski Cumhurbaşkanı ile yeni Cumhurbaşkanı arasındaki devir teslim törenine geldik. Eskisinin “Bu partiyi kardeşimle ben kurduk” vurgusunun anlamı, verdiği mesaj üstüne haberler, yorumlar, analizler döktürüldü.
Yetmedi. Yenisinin görev devralan bir cumhurbaşkanının konuşması mı, yeni kurulacak hükümetin programı mı olduğu pek anlaşılmayan sözleri üstüne ağır ince ahkâm kesenleri okuduk, dinledik.
“Bitti artık” derken sıra 30 Ağustos törenine, Anıtkabir ziyaretine, akşamki resepsiyona geldi. Kim, kimin elini sıktı; kim, kimin elini havada bıraktı; kim, hangi törene katıldı, hangisine katılmadı yarışması da gündemimizin ana başlıklarını oluşturdu. Yeni Cumhurbaşkanı’nın Anıtkabir defterine yazıp bir de sesli okuduğu mesajda, dikkatlerimiz Mustafa Kemal ya da Gazi yerine -galiba- ilk kez “Atatürk” demesindeki derin(!) anlam ve öneme çekildi. Hızını alamayan bir yalak meslektaş (meslektaş?) “Tayyip Erdoğan ile Atatürk’ün buluşması ve barışması” diye yazıp gündemimizin üstüne tüy dikti.
Beni de hafakanlar bastı.
Sizi?
Üstelik daha bitmedi. Sırada Yargıtay’ın açılış töreni var. Kendinden farklı düşünen ve davranan herkese küsmesiyle ünlü yeni Cumhurbaşkanı, ilkokul bahçesinde oynayan çocuklar gibi “Barolar Birliği Başkanı gelirse ben gelmem” dedi diye, ülkede yürütme erkinin en tepesindeki zat ile aynı erk’in Adalet Bakanı da törene katılmayacaklarını ilan ettiler. Üstelik “Cumhurbaşkanımız, ebedi liderimiz, biat ettiğimiz önderimiz törene katılmazsa biz de katılmayız. Zaten katılırsak bize kızar, belki de küser” deme yiğitliğini gösteremediler, “O saatte Bakanlar Kurulu toplantısı var da, ondan katılamıyoruz da, yoksa bizim yargıya saygımız tamdır da…” masallarıyla bizi uyutmaya çabaladılar.
Bütün bunlar da ülkenin gündemi oldu, haberler bunlar üstüne kuruldu, yorumlar bunlar üstüne döktürüldü.

***

Bu mudur, bunlar mıdır bu ülkenin sahici gündemi?
Bizim Cumhuriyet’te Aykut Küçükkaya ile Miyase İlknur el ele vermişler, 17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet dalgasının peşini bırakmayacağımızı taş gibi haberlerle cümle âleme gösteriyorlar.
Utku Çakırözer, Davutoğlu’nun “restorasyon projesi”nin altını çizip ne anlama geldiğini ayan beyan etmeseydi çoğumuzun dikkatinden kaçmayacak mıydı?
Bitmedi. Ceyda Karan demir asa demir çarık, dört dönüyor ve Ezidi felaketini, bu insanlık suçunda Türkiye “devlet”inin payını, “Sünni kardeşliği”nin ülkemizi nereye sürükleyebileceğini, hatta sürüklediğini sergilemenin peşini bırakmıyor.
Kuşkusuz ve elbette Cumhuriyet’le sınırlı değil. Başının gölgesini önüne düşürmeyecek meslek dürüstlüğüne ve yiğitliğine sahip meslektaşlarımız sahte gündemlerin anaforuna kapılmadan yazıyor, söylüyor, aktarıyor, sergiliyor, değerlendiriyor…
Gündem diye dayatılanın peşine takılmamak, gündemden kaçırılmak istenenin izini sürüp okurla, halkla paylaşmak bu mesleğin varoluş nedeni.
Medyanın böylesine yerlerde süründüğü bir dönemde mesleğe ihanet etmemek, gazetecinin ve görevinin ne olduğunu unutmamak daha da yakıcı bir sorumluluğa dönüştü.
Meslek ustalarımın öğütlerindendir:
“Susmak suça katılmaktır. Yazdıkların kadar yazmadıklarından da sorumlusun!..”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları