Aslı Aydıntaşbaş

Yargı esprilerinden sıkıldım

18 Şubat 2018 Pazar

Deniz Yücel’in tahliyesine sevinelim mi, üzülelim mi anlayamadık. Durun bu ifadeyi hemen düzelteyim: Meslektaşımız Deniz Yücel’in tahliyesine, tabii ki sevindik.
Ancak Yücel meselesi, yaşadığımız ‘hukuksuzluk’ ortamını, olabildiğince kaba bir biçimde gözümüze soktuğu için; Yücel adeta bir rehine pazarlığı yaparcasına Almanya’yla yapılan müzakereler sonucunda bırakıldığı için; artık Türkiye’de ‘siyasi tutuklular’ olduğu gerçeği yadsınamaz hale geldiği için, buruk bir sevinç yarattı.
Aynı gün Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan ve Mehmet Altan’ın da “ağırlaştırılmış müebbet” alması, ülkemizdeki hukukun muz cumhuriyeti standartlarında olduğunun bir başka tezahürü olarak tarihe geçti.
Artık biliyoruz ki önümüzdeki ay yeniden hâkim karşısına çıkacak Cumhuriyet’in değerli isimleri Ahmet Şık, Akın Atalay ve Murat Sabuncu, hasbelkader yabancı bir pasaport sahibi olmuş olsaydı, çoktan cezaevinden çıkmış olacaktı. Ancak Türk vatandaşı oldukları için, bu ‘keyfe keder’ düzene tabiiler. Ne hazin!
Bu hafta Türkiye’de yargılamanın acıklı halini hatırlatan bir başka olay da, Selahattin Demirtaş’ın Sincan’daki mahkemesiydi. Demirtaş’ın bomba gibi açıklamaları, Cumhuriyet dışında hiçbir ana akım medyada yer almadı; ancak emin olun bütün gazeteciler eski HDP genel başkanının dediklerini satır satır okudu.
Neler dedi Demirtaş? İddianamenin delil bölümü, asli olarak Demirtaş’ın Meclis konuşmaları ve çözüm sürecinde attığı adımlardan oluşuyor. Demirtaş, çözüm sürecinde hükümetin Abdullah Öcalan üzerinden 2010’daki referanduma ‘Evet’ oyu devşirme teklifinde bulunduğunu anlattı. Hükümetin çözüm süreci çerçevesinde HDP’nin 2015 seçimlerine ‘parti olarak girmemesi’ yolunda baskı yaptığını söyledi. İddianameye ‘örgüt üyeliğine delil’ olarak gösterilen İmralı Cezaevi fotoğraflarının, bizzat cezaevi müdürü tarafından çekildiğini, devletin sürecin ‘ciddiyetini’ göstermek için fotoğrafa izin verdiğini söyledi. Ve daha neler, neler...
Demirtaş’ın mahkeme salonunda hâkime söylediği (mealen aktarıyorum) “Şu anda Ankara’dan ‘Milletvekilleri tutuksuz yargılansın’ diye bir açıklama yapılsa, siz gece uyuyamaz, ertesi sabah koşa koşa gelir tahliyemizi onaylarsınız” cümlesine katılmamak mümkün mü?
Birkaç yıl içinde Cumhuriyet’in yüzüncü yılını kutlayacağız. Türkiye Cumhuriyeti’nin sayısız başarıları var. Sınırlarını korumak, hâlâ genişleyen bir orta sınıf yaratmak, devleti ayakta tutmak bunlardan birkaçı. Ancak başarısız olduğu, bir alan varsa, o da demokrasi ve hukuk devletini tesis etmek sanırım.
Cumhuriyetin yüzüncü yılına girerken hâlâ siyasi tutukluların olduğu, ifade özgürlüğünün olmadığı, hukuk düzeninin siyasi erke tabi olduğu, Anayasa Mahkemesi kararlarının bile uygulanmadığı bir ülke var karşımızda.
Kuşkusuz ki mevcut karanlık ortam da ilelebet sürmeyecek. Nasıl mı biliyorum? Klavyenin başına oturun ve ‘Ergenekon’ ve ‘müebbet’ yazın. Ergenekon davasında ‘ağırlaştırılmış müebbet’ alan Tuncay Özkan, Dursun Çiçek, bugün milletvekili; yine ağırlaştırılmış müebbet alan Doğu Perinçek, iktidar koalisyonunun önemli bir ortağı; müebbet alan İlker Başbuğ, televizyon ekranlarında dinlediğimiz bir devlet büyüğü.
Haliyle şu anda cezaevinde olan birçok insanın da 3-5 yıla kalmadan salıverileceğini varsayabiliriz. Ahmet Şık, Murat Sabuncu, Akın Atalay tez vakitte; Selahattin Demirtaş, Nazlı Ilıcak da birkaç yıla bambaşka yerlerde olacaktır. Bunları hep birlikte yaşayacağız.
İyi de, günün birinde bu topraklarda bir demokrasi ve hukuk devletinin tesis edilmesine şahit olacak mıyız? İşte ondan emin değilim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları