Aslı Aydıntaşbaş

Umarım yanılıyorumdur

22 Şubat 2018 Perşembe

Biliyorsunuz değil mi Birinci Dünya Savaşı’nın nasıl çıktığını? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliaht prensi Arşidük Franz Ferdinand, günün birinde “Ben ille de Saraybosna’ya gideceğim” dedi. Yıl, 1914. Osmanlı hâkimiyetinden yeni çıkan Balkanlar’da Sırbistan’ın desteklediği milliyetçi gruplar, bağımsızlık için harıl harıl bugünkü tanımıyla ‘terörist’ faaliyetlere hazırlanıyordu. Avusturya-Macaristan, bu grupları da, onları destekleyen Sırbistan’ı da terörist olarak görüyordu.
Ferdinand, “Yapma, etme, bak oralarda milliyetçilik rüzgârları başladı” ikazlarını dinlemedi, pek sevdiği karısı Sophie’yi de alıp Saraybosna’da arzı endam eyledi.
İkili, güzel bir yaz günü açık arabayla kentin sokaklarında dolanırken, ilk saldırı gerçekleşti. Sırp milliyetçisi Cabrinovic’in attığı el bombası, yanlışlıkla arabanın arkasına yuvarlandı ve Ferdinand’ı ıskalayarak oradaki birkaç kişiyi yaraladı. Bosnalı yetkililer, “Tamam, hadi geziyi bitirelim” dedi. “Olmaz” dedi veliaht prens: “Hastaneye gidip yaralıları ziyaret edelim.”
Hastane dönüşü şoför, Saraybosna’nın daracık sokaklarında yanlış yola saptı. Tam o sırada tesadüfen Cabrinovic’in arkadaşı Sırp milliyetçisi Gavrillo Princip, bir anda karşısında arşidük ve karısını görüverdi. Tetiğe sarıldı, ikisini de vurdu.
Ondan sonrası malum. Avusturya İmparatorluğu, Sırbistan’a savaş ilan etti. Rusya Sırbistan’a destek oldu. Bunun üzerine Almanya, Avusturya’dan yana savaşa girdi. Kaşla göz arasında Fransa, Britanya, Belçika derken 6 ay içinde Osmanlı dahil bütün dünya birbiriyle savaşıyordu. Birkaç ay sürer sandılar, 4 yıl devam etti yıkım...
Sonuç? Osmanlı, Avusturya ve Rusya dahil sağlı sollu birkaç imparatorluk bitti, yeni devletler kuruldu, haritalar değişti. Daha da önemlisi, Afrika’dan Çin’e kadar milyonlarca insan öldü.
Peki bayram değil, seyran değil, bu hikâyeyi niye anlatıyorum şimdi? İçinde bulunduğumuz dönemin Birinci Dünya Savaşı öncesine fazlasıyla benzediği yolundaki görüşümü, geçmiş yazılarımda belirtmiştim.
Korkarım ki bu ay Suriye’deki krizin yeni bir safhaya geçmesiyle, Ferdinand’ın vurulma anına bir adım daha yaklaştık.
Suriye savaşı, artık Suriye’nin geleceği için bir mücadele değil; geleceğin haritasını şekillendirmek için hasbelkader Suriye’de yapılan bir filler tepişmesi haline geldi.
Şubat 2018 itibarıyla artık ‘vekâlet’ savaşlarından söz etmek mümkün değil. Türkiye, Rusya, ABD, İran ve hatta İsrail, Suriye’de vekiller üzerinden değil, bizzat savaşıyor. Suriye’nin toprak bütünlüğünün uzun vadede korunması, artık bir çözüm masası olsa dahi garanti değil. Batı liderlik gösteremiyor, Rusya’nın kapasitesi sınırlı; Türkiye ve İran kendi derdinde. Bu ortamda bari Ortadoğu’da devam eden Sünni-Şii çatışmasının, Suriye sahasında doğrudan Türkiye-İran, Arap-Kürt, Rusya-ABD gibi daha yıkıcı hesaplaşmalara dönüşmesini önleyebilsek.
Bu anlamda Türkiye ve ABD arasında tansiyonun düşmesi, olumlu bir gelişme. Ben şahsen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın salı günkü grup konuşmasında sarf ettiği “Afrin’i kuşatacağız” sözünü, “Afrin şehir merkezine girmeyeceğiz” diye tersten okudum. Bu, tansiyonun düşmesi açısından olumlu bir gelişme.
Ancak yeterli değil. Suriye’de bir an önce siyasi çözüm aşamasına geçilmesi şart. Soçi süreci, bir anlamda Cenevre’de olası bir anlaşmanın zeminini hazırladı. Burada, Rusya dahil büyük devletler artık Suriye’nin toprak bütünlüğünden ziyade, bir an önce herkesin kabul edeceği bir orta yol bulma peşinde. Anayasa sürecinde Kürtlerin de, rejimin de, muhaliflerin de olacağı kesin. Suriye’nin 2011 öncesindeki idari yapıya dönmeyeceği de kesin.
Bütün mesele, nihai barış masası kurulmadan önce tüm tarafların pazarlık gücünü artırmak için alan hâkimiyeti kurma çalışması. Savaş, bu yüzden kaotik bir şekilde yükseliyor. Özetle, sular durulmadan önce daha da bulanacak gibi... Bari işler kontrolden çıkmasa...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları