Aslı Aydıntaşbaş

Tarihin neresindeyiz?

10 Aralık 2017 Pazar

Memleket, yine şaşırtmadı. New York’taki Rıza Sarraf davası bir Twitter fenomeni olarak devam ederken, Türkiye’nin gündeminde Sarraf’ın Z’si bile yok.
Ekranlar, kâh Kudüs, kâh Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan gezisi sırasında pimi çekilmiş bir el bombası olarak Alexis Çipras’ın kucağına attığı Lozan tartışmalarıyla parsellenmiş durumda. CHP ise, “Man Adası” belgelerine karşı bir “misilleme” olarak gördüğü Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi’nin görevden alınmasına odaklandı.
Kılıçlar çekildi, yepyeni bir döneme girdik.
Memleketteki ahlaki çöküş, işlerin zıvanadan çıkmış olduğu gerçeği, artık hepimizin kanıksadığı bir durum. Şaşırmıyor, tam tersine bundan sonra onun buna, bunun ona ne yapabileceği konusunda kendi aramızda geyik yapıyoruz.
Son haftalarda arkadaş sohbetlerinde “Kesin Kılıçdaroğlu’nu da hapse atarlar” diyenler bile çıkıyor. Olacağından değil de, bu cümleyi her duyduğumda Türkiye’deki yeni düzeni ne ölçüde kanıksamış olduğumuzu görerek irkiliyorum. Sahi, neden şaşırıyorum ki? HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş bir yıldır hapiste ve kimsenin kılı kıpırdamadı. Mahkemeye gidip ifade vermek istiyor, buna izin dahi verilmiyor ve Türkiye’nin onca barosundan “tık” yok.
En acı olan da bu. Çürümenin, baskının sıradanlaşması. Herkes artık bu durumu bir veri kabul edip yeni yaşamlar kurmaya çalışıyor. Kimimiz uzağa gidiyor ya da gitme hayali kuruyor; kimimiz çocuğunu yurtdışında okutmanın ya da parasını bir yerlere saklayabilmenin derdine düşüyor. Kimileri kafasını kuma gömüyor ya da ölü taklidi yapıyor. Kimileri de korunaklı bir limana sığınmış fırtınanın geçmesini bekliyor.
“Napçen kızııım” diyen yaşlı Ege köylüsü bir teyzenin tiz sesini duyar gibi oluyorum.
Sahi bireyler ne yapabilir böyle bir durum karşısında? Bu sorunun kolay bir cevabı yok. Ancak vereceğiniz yanıt, hayata hangi cenahtan baktığınız ve nasıl bir tarih okuması yaptığınıza bağlı.
Ben, dünyanın mevcut kaotik dönemini, Birinci Dünya Savaşı öncesi döneme benzetenlerdenim. Aşırı karamsarım. Bireyin fazla gücü olduğuna inanmayanlardanım. Kötü bir dönemin daha ilk evrelerinde olduğumuzu düşünüyorum. Ortadoğu’da olan bitenler, Rusya’nın Türkiye üzerinden Batı’yı zayıflatması, Avrupa’nın şaşkın ve bencil halleri, ABD Başkanı Donald Trump’ın temel ahlaki değerlere rağbet etmeyen bir oportünist oluşu, beni çok ürkütüyor.
Ortalık böyle toz duman halindeyken, aynı Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında olduğu gibi Türkiye’nin iç kargaşası ve artan baskıcı kimliği, konu bile olmuyor.
Ben teselliyi, yine tarih okumakta buluyorum. Tarih, engebeli bir alan. İnişli, çıkışlı. Üstelik kimin ağzından dinlediğinize göre değişiyor. Ama son birkaç yüz yıllık tarihte hep aynı motifler, aynı hırslar ve goygoy var. Öfke ve milliyetçilik kılıfı altında gizlenen çıkarlar var.
Tarih okumanın iyi tarafı, homo sapiens denilen insan ırkının hikâyesinin hep aynı ezber üzerinden gittiğini, 100, 200 yıl ya da 500 yıl önce farklı kıtalar ve dönemlerde yaşananların, aslında mevcut durumumuza çok benzediğini görmek oluyor. Halbuki modern insan çocukluğundan itibaren içinde yaşadığı dönem ve ülkenin büyük bir istisna, biricik bir tecrübe olduğu konusunda şartlandırılıyor. İnsanlığın sürekli ilerlediğini, düz bir çizgi olarak hep daha zengin, daha iyi bir yere gittiğini düşünüyor.
Oysa bu da doğru değil. Ülkeler pinpon topu gibi bir inip bir çıkmıyor. Bazen uzun süre bir girdaba kapılıyor, içten içe çürüyor. Bazen güç tamamen yer değiştiriyor. Bazen de ülkeler kısa süreli türbülansları atlatıp dünya düzeninde yerini koruyor.
Bakalım Türkiye’nin kaderi hangisi olacak...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları