Aslı Aydıntaşbaş

Laiklerle barışın

21 Temmuz 2016 Perşembe

Hepimiz biliyoruz bu işlerin başımıza nasıl geldiğini...
Laiklerden, Kemalistlerden ve son dönem liberallerden hoşlanmayan ve artan bir biçimde kuşku duyan iktidar partisi, 2007’den itibaren peyderpeyi kendisi gibi olmayan sistemden ekarte etti. Medyadan, ihalelerden, GATA’dan, YÖK’ten ve mümkün olan her yerden.
Bunun için de her türlü kumpasın, her türlü entrikanın önü açıldı. Allah aşkına, biz bir avuç gazeteci Balyoz’daki delillerin son derece şaibeli olduğunu ürkek ürkek yazarken şimdi iktidara yakın durmaya çalışan bütün gazeteler, gazeteciler, televizyon kanalları, patronlar, sıraya dizilmiş Pensilvanya’da Fethullah Gülen’i ziyaret etmiyor muydu?
Günlerdir bakıyorum bütün kanallarda Balyoz, Ergenekon, Odatv ve benzeri davaların mağdurları sıralanmış. Cemaatin güçlü olduğu dönemlerde, bırakın televizyonlara çıkarmayı, lafını bile ettirmezlerdi...
Bütün bunları ana akım Türk medyasının ne kadar güçâşığı olduğunu anlatmak için yazmıyorum. Onu zaten biliyoruz. Zamanında Kenan Evren’in “tablolarını” satın almak için sıraya giren medya patronları, sonra cemaat, sonra da mutlak güç olarak gördükleri Tayyip Erdoğan’ın peşine dizildiler. Darbe başarılı olsaydı, belki bambaşka bir yerde saf tutacaklardı.
Bunları söylemekteki asıl gayem, iktidarın, Türkiye’deki eğitimli, okumuş, laik ya da liberal kesimlerine yönelik alerjisinin bize nelere mal olduğunu hatırlatmak.
Cemaat neden bu kadar güçlendi? Çünkü AKP’nin yargıda, askerde, eğitimde, bürokraside laikleri tasfiye ettikten sonra getirecek kadroları olmadığı için aradaki insan gücü açığını doldurabildiği için güçlendi.
Çünkü son 78 yılda atamalarda iktidar açısından en önemli kriter, “Alnı secdeye değen” insanlarla çalışmaktı. (Bu ifade, bana değil bizzat Türkiye’yi yöneten insanlara ait.) İster Merkez Bankası başkanı olsun, ister hesap uzmanı ya da ulaştırma bakanlığı müsteşarı; siz hiç bu hükümetin kendi muhafazakâr dünya görüşü dışında birini kritik bir devlet görevine getirdiğini gördünüz mü? Bir elin parmaklarını geçmez. Peki, ‘Cuma’ya gitmeyen birinin Türkiye’de kritik bir atamayla devlette üst düzey bir göreve getirildiğini? Sahi, mevcut milliyetçi-muhafazakâr devlet yapısı içinde son dönemde kaç tane laik Boğaziçi mezunu, ODTÜ mezunu veya Alevi vatandaş karar verici pozisyonlara atanmıştır?
Diyeceğim o ki, iktidar partisinin “hayat tarzı” takıntısının Türkiye’ye maliyeti çok büyük oldu. Şimdi de aynı hata devam ediyor. İktidar sağına soluna eski derin devlet kalıntılarını ve eski “İşkenceci Türkiye” kalıntılarını toplamış. Darbeden bu yana atılan adımlara bakıyorum, zücaciye dükkânındaki fil gibi. Darbe sonrası dönem, bambaşka bir kâbusa dönüşmek üzere. “Sadık” olma özelliğinin dışında çok kısıtlı bir kriz yönetim kabiliyeti taşıyan bir sürü muhafazakâr bürokrat, Türkiye’yi bir karanlıktan bambaşka bir saçmalığa sürükleyecek gibi.
Tek çıkış var. O da Türkiye’yi yönetenlerin bu olayı Türkiye’yi birleştirmek için bir fırsata dönüştürmesi. “En kısa zamanda Gezi Parkı” vaadi yerine, Gezicileri yanına almadı. Laiklerle, Kürtlerle, liberallerle barışması.
Türkiye’nin ihtiyacı, yıkımdan sonra gerçek bir restorasyon. İktidarın elinde bunu yapabilecek kadrolar yok. Bu enkazı kaldırmak ve yeni bir dünya kurmak için, geçen gün cenazede imamın “Allahım bizi koru” dediği o “okumuşlara” ihtiyacınız var. Gazeteciyle mi görüşeceksiniz? Örneğin Hayko Bağdat’ı, Orhan Bursalı’yı, Ertuğrul Özkök’ü davet edin. Devlet aklı mı lazım? Namık Tan’a, Hikmet Çetin’e, Süreyya Serdengeçti’ye danışın. İşadamı mı? Allah aşkına Mehmet Cengiz değil Ali Koç ya da Cem Boyner’le konuşun. Bir defa olsun Selahattin Demirtaş’la laflayın. Sanatçı mı? Gezicileri bulun.
Artık biraz kalibreyi yükseltin. Yoksa devlet denilen bu vasatlık deryasında hepimiz boğulup gideceğiz...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları