Aslı Aydıntaşbaş

Elime megafon alsam (19.10.2016)

19 Ekim 2016 Çarşamba

Birkaç gündür Brüksel’deyim. Brexit sonrası kentte ilginç bir hava var. Bir yandan yağmur, diğer yandan Avrupa’nın geleceğine dair bitmeyen tartışmalar... Bu tartışmalardan en önemlisi de tabii ki Türkiye! Ankara harıl harıl buraya heyetler göndermeye başlamış. Ben buradayken Türkiye’den gelen 3 farklı heyet vardı. Sanırsınız ki bu heyetler AB’yle ilişkileri kurtarmak ya da finişe çok yaklaşan vize serbestisi konusunda lobi yapmak için burada. Ama tabii ki hayır! Bu konular Ankara’nın gündeminden çıkmış gibi.

Farklı isimlerle gelen resmi ya da yarı-resmi heyetlerin asli görevi burada 15 Temmuz ve FETÖ’yü anlatmak. Aynı Dışişleri’ndeki durum söz konusu. Avrupa’yla ilişkilerin en kritik zamanında Türkiye enerjisini FETÖ, FETÖ, FETÖ meselesine harcıyor. (Oysa Avrupa da ABD de artık Gülen konusunu anladı. Konu, darbede Gülen hareketinden insanların olması değil. Mesele, darbeyle ilgisi olmayan gazetecilerin, akademisyenlerin cezaevinde olması.) Yine de Brüksel temaslarımdan neredeyse iyimser bir ruh haliyle ayrılıyorum. Günlerdir konuşmadığım insan kalmadı. Kritik görevlerdeki önemli isimlerle bir araya geldim. Ve gördüm ki hâlâ “bu işi” yani Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle ilişkisi ve üyelik müzakere sürecini kurtarmak mümkün. Zaman azalıyor, fırsat penceresi daralıyor ama hâlâ tam kapalı değil. Vize muafiyeti hâlâ mümkün... “Nasıl yani?” dediğinizi duyar gibiyim. Böyle karanlık bir resim veren, Avrupa medyasında adeta Sisi rejimiyle eş tutulan Türkiye’ye mi vize muafiyeti tanınacak? Evet, mümkün. Bakın anlatayım. Avrupa Komisyonu, önümüzdeki aylarda vize konusunda AB ülkelerine bir tavsiye raporu yazacak. Malum, Türkiye şartların çoğunu tamamladı ama Terörle Mücadele Yasası konusunda iş inada bindi. Avrupalılar sanıldığı gibi Terörle Mücadele Yasası’nın kaldırılmasını istemiyorlar. Ankara’dan tek istedikleri, ellerini güçlendirecek bir argüman.

Yani Terörle Mücadele Yasası’nın “ifade özgürlüğünü engellemeyeceğine” dair bir miniminnacık bir ibare. Avrupa’daki (Parlamento ve kamuoyu açısından) temel sıkıntı, gazetecilerin cezaevinde olması. Bunu düzeltecek bir esneme istiyorlar. Terörle Mücadele Yasası’nda yapılacak 8 kelimelik bir “ifade özgürlüğü” hatırlatması bile buna yeter. Meclis böyle bir değişikliği yaparsa, hâlâ vize serbestisi almamız mümkün. Bu da demokrasimiz için tek ümit ışığı gözüken AB çıpasının kopmaması, yeniden güçlenmesi demek. Elimden gelse, bir megafon alıp bunları Meclis bahçesinde ya da Beştepe’deki sarayın dışında haykıracağım. Ama bir faydası da olmaz, boşu boşuna gözaltına alınmış olurum.

O yüzden içimi size döküyorum. İyimser olmak için ikinci neden, Kıbrıs’ta çözüm sürecinin gerçekleşmesi. Aslında (nazar değmesin) adadaki müzakereler çok iyi gidiyor. Orada bir çözüm gerçekleşirse de Türkiye’nin AB süreci otomatikman açılıyor. Avrupa’ya rağmen, OHAL’e rağmen, her şeye rağmen açılıyor... Ama bir de işin püf noktası var: Bunları yapmak için 2 ya da en fazla 3 aylık vakit var. Çünkü Avrupa’da seçimler başlıyor. Art arda seçimler. Hepsinde temel mesele Türkiye ve mülteciler. Brexit’te olduğu gibi Türkiye karşıtı partiler güç kazanıyor. Türkiye yanlısı olmak iktidarlar için zorlaşıyor. En büyük sorun Fransa. Orada Sarkozy ve Le Pen şimdiden Türkiye karşıtı kampanya yapıyor. Almanya sırada. Avrupalı bürokratlar, “Bu aylarda bu işi yaptık, yaptık. İleriye kalırsa Fransa ve Almanya’daki seçim atmosferi yüzünden hareket edemeyiz” diyorlar. Haksız da değiller. Dedim ya. Mümkün olsa elime megafon alıp Ankara’da bağıracağım. Hâlâ bu işi, yani demokrasiyi, yani Türkiye’yi kurtarmak mümkün. Beş gazeteci daha hapiste kalsın diye memleketi belirsizliğe sürüklemeyin. Zaten Aslı Erdoğan’ın, Ahmet Altan’ın, Ali Bulaç’ın Ahmet Turan Alkan’ın terörist olmadığını hepimiz biliyoruz. Yapın şu değişikliği, bırakın çıksın bu gazeteciler hapisten, memleket kurtulsun.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları