Aslı Aydıntaşbaş

Cesaret bulaşıcıdır (30.07.2017)

30 Temmuz 2017 Pazar

Gazetecilik aykırı olma sanatıdır. Ne siyasi doğruculuk, ne iktidara yakınlık, ne devlet nezdinde akreditasyon, ne de kulağı delik olma... Bunların hiçbiri gazeteciliğin gerçek tanımı değildir.
Devletin zaten dağa taşa yazarak anlattığı ilkeleri, hükümetin zaten pazarlamaya çalıştığı hikâyeyi bir yerinden tutup da anlatmaya çalışmak, sizi sadece vakanüvis yapar. Gazetecilik ise sorgulamak, şeytan avukatlığı yapmak, biraz kafa tutmak ve her daim öküzün altında buzağı aramaktır.
Bu yüzden de Ahmet Şık’ın Cumhuriyet davasında yaptığı savunma, iktidar nezdinde hoşnutsuzluk yaratmış olsa da, tam anlamıyla “gazetecilik” denen bu tuhaf mesleğin tanımıdır.
Cumhuriyet iddianamesini bir solukta okudum, aylardır avukatları n açıklamalarını dinliyorum, uluslararası tepkileri izledim. Ama hiçbir şey beni geçen hafta mahkeme salonundaki o görüntüye hazırlamamıştı.
Mahkeme salonunda ne vardı biliyor musunuz? Kaya gibi dik, zekâsıyla iddianameyi ezen, ironiyle savcıları tatlı tatlı döven bir grup cesur adamın direnişi vardı. Sanıkların bir bölümünü tanıyorum, kimisini savunmaları sayesinde tanıdım. Ama hepsiyle aynı gazetede çalıştığım için gurur duydum.
Cesaret bulaşıcıdır derler ya. O davayı az-biraz izleyebilseydiniz, neden böyle dediğimi anlardınız. Tarihin doğru tarafında olmanın insana verdiği bir huzur ve rahatlık vardır. İşte hepsinin yüzünde, gözlerinde, ifadelerinde bu vardı. Ne mutlu...
Bu dava, aynı 12 Eylül sonrası Barış Derneği ve DİSK davaları gibi Türkiye tarihine şimdiden altın harflerle yazıldı. Kendisi küçük, ancak sembolizmi büyük bir dava. Türkiye tarihinin akışı hangi istikamette olursa olsun, Cumhuriyet davası o akışın önemli bir parçası olacaktır. Artık kimse bu payeyi, birkaç paragraf dahi olsa Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde defalarca yer edinmiş olma durumunu, Cumhuriyet ekibinden geri alamaz. Bu, 9 ay cezaevinde kalmak karşılığında kazanılan koskoca bir ödüldür.
Gel gör ki, bu trajikomik davada 7 arkadaşımızın tahliye olmuş olmasının sevinci, aynı ipe sapa gelmez iddianameyle yargılanan diğer 4 Cumhuriyet çalışanının hâlâ cezaevinde kaldığı gerçeğini unutturamayacak ölçüde buruk bir sevinçtir. Kepçeyle aldıkları insanları, taksit taksit bırakıyorlar. Güray Öz, MusaKart, Bülent Utku, Hakan Kara, Önder Çelik, Mustafa Kemal Güngör ve Turhan Günay’ın Silivri’den kurtarılmaları, dün sabah itibarıyla evlerinde uyanmanın keyfini yaşamaları, bu davanın ipliğinin pazara çıkması açısından bir başarıdır.
Ama Kadri Gürsel, Ahmet Şık, Murat Sabuncu ve tabii Akın Atalay çıkana kadar, Cumhuriyet’e ve biz gazetecilere rahat yoktur.
Cumhuriyet davası, iktidara ve Türkiye’ye, bu ülkeyi yönetenlerin kavrayamadıkları kadar büyük bir zarar vermiş, Türkiye’nin FETÖ’yle mücadele azmini sulandırmıştır. Bunun telafisi için, ara kararda tüm arkadaşlarımızın serbest kalması lazımdı. Olmadı.
Belli ki davanın ikinci evresi, Cumhuriyet’i yöneten vakıftaki iktidar mücadelesine odaklanacak. Yazık! Hükümetin işi, artık inandırıcılığı kalmayan aç-kapa bir yargı sistemiyle Cumhuriyet’i yönetmeye çalışmak değildir.
Bu gazetecilerin işidir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları