Aslı Aydıntaşbaş

Büyük resmi gördük de...

09 Haziran 2016 Perşembe

Memleketin artık bir tımarhane haline geldiğini biliyoruz. Çok karanlık bir dönemin içinden geçtiğimizi, hatta sorumluların kim olduğunu da...
Gerçekte bu dönemin, ancak ve ancak Kenan Evren ve arkadaşlarının yaptığı darbe sonrası dönemle kıyaslanabileceğini ve ileride aynı 80’li yıllar gibi belgesellerinin yapılacağını tahmin edecek kadar da tarih algımız var. Türkiye’nin Iraklaştığını anlayabilecek kadar Ortadoğu bilgimiz de var.
Bu karanlığın bugün - yarın kaybolmayacağını, muhtemelen düzelmeden önce biraz daha kötüleşeceğini, kabalaşacağını, çirkinleşeceğini de iyi kötü tahmin ediyoruz.
Gel gör ki, bunları bilmek, her yeni güne ‘Fesuphanallah’ diye başlamak, her gün ufak bir küfür savurarak gazeteyi bir kenara fırlatmak bize bir fayda getirmiyor. Hem de hiç.
En güzel yazıyı yazmak, en içten isyan çığlığını atmak, en tumturaklı makaleleri Facebook’a koymak ya da öfkemizi 140 karaktere sığdırmak da para etmiyor.
Hiçbiri para etmiyor.
Yaşıyoruz ve yaşamaya devam edeceğiz.
İlla ki bu karanlık bir gün bitecek; ama o gün ne zaman gelecek, o zamana kadar aklımıza mukayyet olabilecek miyiz, geriye dönüp baktığımızda ayakta kalan bir memleket olacak mı... İşte bunların cevabını bilmiyoruz.
Gazetelerde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Meclis’ten önce dayak sonra da parti komiserlerinin gayretleriyle geçen ‘dokunulmazlık’ kararını son dakikada imzalamasıyla ilgili yapılan yorum, Erdoğan’ın yargıdaki değişiklikleri beklediği yolundaydı. Şaka değil; ancak bir muz cumhuriyetine yaraşan bir tabloyla, bu hafta yargının dörtte biri Ankara’nın düğmeye basmasıyla yer değiştirdi. ‘Makbul’ kararları veren hâkim ve savcılar güzel yerlere, ‘yanlış’ kararlara imza atanlar da oraya buraya yollandı. İddia o ki, Cumhurbaşkanı bu sayede hangi dosyanın kime gideceğine emin olmanın verdiği iç rahatlığıyla imzaladı metni.
Sanmıyorum. Bence Cumhurbaşkanı, 7 Haziran’ı bekledi ve o imzayı 7 Haziran’ın sene-i devriyesinde atmak istedi. Bir anlamda HDP’ye ‘nanik’ yaptı. Siyaseten “Siz misiniz barajı geçen, başkanlığa dur diyen, bana teslim olmayan. Alın size 7 Haziran!” demiş oldu. Erdoğan, bir yıl içinde nereden nereye geldiğimizi hatırlatmak istedi.
Ama aslında gerekli de değildi bu ‘tatlı’ jest. Zira elimizde bir yıl içinde nereden nereye geldiğimizi hatırlatan kapı gibi rakamlar mevcut. Sağ olsun gazeteler artık acılarımızı bakkal hesabı gibi veriyor...
Ölen güvenlik görevlisi sayısı, 500’ü geçmiş. En son baktığımda insan hakları kuruluşları Sur, Cizre ve Silopi’de ölen sivillerin sayısını isim isim 400 olarak veriyordu. Herhalde Ankara’dan bu yana metropollerde patlayan bombalarda da birkaç yüz insanımız ölmüştür. Hükümet, 6700 civarında PKK’linin öldüğünü söylüyor ki, bunların çoğunun örgütün gençlik yapılanmasına daha yeni katılan gençler olduğu söyleniyor.
Genelkurmay Başkanı Cumhurbaşkanı’nın konuşmasına göz yaşları dökerken, şiddetle mücadele diye yapılan iş, yerle yeksan edilen Nusaybin, Cizre resimleri, daha çok şiddetin tohumunu atıyor.
Neresinden bakarsanız bakın, 7 Haziran’dan bu yana 10 bine yakın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının öldüğünü, memleketin de doludizgin halkların birbirini yok etmeye çalıştığı Suriye ve Irak modeline doğru gittiğini görüyoruz.
Görüyoruz da, bütün bunları görmenin bize ne faydası oluyor? İşte onu çözebilmiş değilim...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları