Yazarlar ve Kalemler

02 Eylül 2011 Cuma
\n

\n

Okurluğum, çevirmenliğimden ve yazarlığımdan çok daha eski ve ben, okur kimliğimle bir süredir edebiyat dünyamızdan büyük tedirginlik duyuyordum. Bu tedirginliğin başlıca nedeni, birkaç gündür kafamda iyice netleşmiş durumda.

\n

Bazıyazarlarımız, çok fazla konuşmaya başladılar bu tanımın içerisine yazarlar kadar, kendilerini yazarsanan yazıcılar da girmekte. Burada söylemek istediğim, ağızlarıyla çok konuşmaları. Gerçek yazarı ancak kalemi var edebilir. Ama bu sözünü ettiğim öbeğe girenler, söylemek istediklerini kalemlerine anlattırmak yerine ağızlarıyla ve bu arada erişebildikleri bütün kitle iletişim araçlarıyla dile getirmek peşindeler; öyle ki kalemlerinin etkinliği, öteki etkinliklerinin çok gerisinde kalıyor.

\n

Bu yazarlarıniçersinde, örneğin bir romanları çıkar çıkmaz, hatta bazen basılmadan çok önce, anlatmaya başlayanlar var. Hele bir de, diyelim bir gazetede veya kitap ekinde sürekli köşeleri, sütunları varsa, durum büsbütün tuhaflaşıyor. Her yeni yayın etkinlikleri ile birlikte, bu etkinliğe ilişkin bir furyayı başkalarından çok önce kendileri başlatıyorlar. Okurlar ise daha bu yazarların yazdıklarını okumaya fırsat ve vakit bulamadan, kendilerini kalemin dışındaki bir anlatma merakının anaforu içersinde buluyorlar. Diyelim bir roman kitapçılara ulaştıktan bir hafta sonra, o roman üzerine söyleşiler yayımlanmaya başlıyor. Bu arada, edebiyatla ve yazarlıkla bağdaştırılabilmesi olanaksız, başka deyişle aslında bu kavramlara bütünüyle ters düşen durumlara da tanık oluyoruz. Örneğin söyleşiyi yapacak olan kişi, yazara rahatlıkla şöyle bir soru yöneltebiliyor: Önce şununla başlayalım: Romanınızla ne anlatmak istediniz?

\n

Aslında böyle bir sorunun, yazar açısından elbet ortada gerçek anlamda bir yazarvarsa! söyleşiyi başlatması değil, fakat bitirmesi gerekir. Çünkü salt dil bağlamında, bu soru şöyle bir söylemi de zorunlu olarak içerir: Anlatmak istediğinizi yazı ile anlatamamış olabilirsiniz, o yüzden, ne olur ne olmaz, siz gelin, elinize fırsat geçmişken bir de sözlü anlatın…” Bu, kendini bilen, daha doğrusu, yazarlığından ve kaleminin gücünden kuşku duymayan her yazarın söyleşiyi daha baştan kesmesini gerektiren bir durumdur, çünkü soru, yazara yöneltilmiş, doğrudan yazarlığını hedef almış bir aşağılamadan başka bir şey değildir. Gelgelelim uygulamada buna pek rastlamıyoruz. Soruyu yöneltenin sorunun gerçekte içerdiği aşağılamanın bilincinde olmayışı gibi, o yazarda aslında kaleminin, eline yazmak için bir kalem almanın gücüne ve bilincine sahip bulunmadığından, romanınıbazen sütunlar dolusu bir de sözlü anlatmakta bir sakınca görmüyor.

\n

Ve işin tuhafı, böyle bir anlatma eylemini daha kendilerine kimse bir şey sormamışken, yani ortada bir söyleşi falan yokken, kendiliklerinden yapan yazarlar da edebiyat iklimimizde gizliden gizliye artmakta. Böyleleri aslında elbette haklı olarak! kendi kalemlerinin gücüne inanmıyorlar, bu yüzden de kalemden kalan eksikliği başka araçlardan yararlanarak ve bu arada da bol bol konuşarakgidermeye çalışıyorlar.

\n

Ama olmuyor işte! Olmuyor ve acımasız bir nesnellikte genel tarihten geri kalmayan edebiyat tarihi de, beş ya da altı değil, isterse on altı, yirmi altı, elli altı roman yazmış olsunlar, böylelerine ait isimsiz mezarlarla dolu!

\n

\n

Öğrencilerim için bir not : Önümüzdeki dönemden başlayarak, yaklaşık beş yıldır ders vermekte olduğum vakıf üniversitesinde artık olmayacağım. Bundan sonraki hayat yolunuzda hepinize başarılar dilerim. Hep sevgiyle kalın!

\n

\n\n



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları