Tepkisiz Topluma Dipnotları...

03 Mart 2014 Pazartesi

Tarihimizin en kapsamlı soygunlarının ve yolsuzluklarının gün ışığına çıktığı 17 Aralık’tan bugüne kadar geçen yaklaşık iki buçuk aylık süre, toplumumuzun en acıtıcı gerçeklerinden birine de ışık tuttu: Uygar dünyada bir eşine daha rastlanamayacak kadar tepkisiz ya da tepki verme özürlü bir toplumda yaşamaktayız.
Ve işin görünüşte en şaşırtıcı yanı da bu tepkisizliğin, olup bitenler toplumsal nitelik kazandığı, başka deyişle toplumda yaşayan kişilerin eşiklerinden uzak düştüğü ölçüde yoğunlaşması. “Kişiler” dedim ve “bireyler” demekten bilerek kaçındım, çünkü ne yazık ki büyük çoğunluğunu bireylerin değil, fakat bireyliğe uzanan yolun daha yarısına bile gelememiş kişilerin oluşturduğu bir toplumda yaşamaktayız. Bu tepkisizliğin olup bitenler tek tek kişilerin eşiklerinden uzak düştükçe daha da yoğunlaşmasının nedeni ise şu: Bu ülkenin insanı hırsız gelip doğrudan onun evini soymadıkça, kimin kimi ne kadar soyduğundan pek etkilenmiyor ve olaya hemen yabancılaşıyor. Ama bu, ne yazık ki örneğin bir Bertolt Brecht’in tiyatrosunda seyirciyi sarsıp yanılsamalardan korumak amacıyla kullandığı yabancılaştırmalar türünden değil; dahası, tam tersine, Büyük Dünya Tiyatrosu’nun ülkemizde oynanan perdelerinde bu, seyirciyi çok daha büyük yanılsamaların uçurumlarına itebilen ve sonunda onu kimi zaman hırsızla onu neredeyse bağışlayacak kadar özdeşleşmeye sürükleyebilen bir yabancılaşma!
Geçenlerde TV’deki açık oturumlardan birinde bir konuşmacı, yakın bir geçmişte Fransız Ulusal Meclisi’nde bir meslek grubunun yararlarını yeterince gözetmeyen bir yasanın kabul edilmesi üzerine, neredeyse bir saatte meclisin önünde yaklaşık bir buçuk milyon protestocunun toplandığından ve bunun üzerine yasadan vazgeçildiğinden söz ettikten sonra, “Bizde böyle bir şey dünyada olmaz!” dedi.
Haklıydı.
Bizde böyle bir şey dünyada olmaz, olamaz. Çünkü örnek verdiği ülke, bundan iki yüzyıldan fazla bir zaman önce dünyayı sarsan bir devrimi, Büyük Fransız İhtilali’ni gerçekleştirmiş olan Fransa. Bizimkisi ise Mustafa Kemal Atatürk’ün “Fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirme” idealini alelacele rafa kaldırmış, ardından da gençliğe eleştirel düşünmeyi öğretme çabalarının henüz başında olan Köy Enstitüleri’nin defterini oy hesaplarıyla dürüvermiş bir ülke!
Eğri oturup doğru konuşalım. Toplumumuzda bu tepkisizliğin temelleri ilk kez bugünkü iktidar tarafından atılmadı. Mustafa Kemal’in ölümünün hemen ardından, çok partili demokrasiyi bile aslında “çok partili bir biat kültürü” şeklinde anlama ve yorumlama eğilimindeki bir uygulama, zamanın akışı içerisinde demokrasinin özüne giderek daha çok sırt çevirdi ve toplumu, AKP’nin emelleri için en uygun zemine dönüştürdü.
Aile içi eğitimden başlayıp eğitimin her kademesinden, neredeyse tüm meslek kuruluşlarının tutumlarından, içler acısı bir medyadan geçerek üniversitelere kadar uzanan bir çizgide eleştirel düşünebilmenin değil, fakat söz dinletebilmenin bayraktarlığını yapan bir genel tutumun yarattığı yıkımların bedelini günümüzde çok ağır ödemekteyiz. Ve en korkutucu olan ise bu “tepkisizlik hali”nin daha ne kadar süreceğinin artık kestirilememesi!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları