Savaş ve sanat...

14 Eylül 2015 Pazartesi

Bugün ülkemizde savaştan ve bölünmeden yana olanlar, bu amaçları için de terörü ve onun kurbanlarını araç edinenler, “şehitlere saygı” bahanesiyle tüm sanatsal etkinliklere karşı çıkmakta son derece haklılar. Çünkü insanlığın tarihi boyunca sanatın en belirleyici niteliklerinden biri, her zaman hayattan, insanları hiçbir ayrım gözetmeksizin birleştirmeden, sevgiyi insanların içinde yaşayabilecekleri tek iklim olarak öngörmekten yana, bunun doğal sonucu olarak da bütün öldürmelere, ayrımcılığın her türlüsüne, hangi amaç için olursa olsun nefret tohumlarının ekilmesine karşı bir tavır sergiledi.

Sanatın önlenemez gücü...
Amacı ne kadar acımasız olursa olsun, kendini nefrete adamış tek bir kişinin bile -genlerinde bir tutam “insanlık” kalmışsa eğer- Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisi’nin koral bölümünde, Schiller’den bestelediği “Neşeye Övgü” şiirinin: “Ne mutlu bir dostun dostu olabilene!” dizesinin veya Fazıl Say’ın “Mezopotamyası”nın tınıları kulağına çarptığında aynı nefret ve bölücülük yoğunluğunda direnebileceğini düşünebilmek gerçekten çok zordur.
Aynı insanın, Mevlana’nın: “Gel, ne olursan ol gel!..” diye başlayan evrensel çağrısına uzun süre kulaklarını tıkayabilmesi de pek olası değildir.
İlk büyük tragedya yazarı diye tanınan Aiskhylos’un (Doğ. İ.Ö. 525) “Persler” adlı tragedyası, politik tiyatronun ilk örneği olarak nitelendirilir. Atina’nın işgalci Perslere karşı kazandığı büyük zaferin ardından yazdığı bu eserde Aiskhylos, olayların geçtiği yeri yenik düşen Perslerin başkenti olarak seçmiş, böylece de zafer sarhoşluğu içerisindeki kendi vatandaşlarını bu sarhoşluğun etkisiyle yayılmacı bir savaşın kıyımına sürüklenmemeleri yolunda uyarmayı amaçlamıştır - bu noktada güncel bir karşılaştırma ve yine çok güncel bir uyarı elde etmek için, Atina-Persler ikilisinin yerine Türkiye-Suriye ikilisi konulabilir!

Savaşlarda ölenlerin milliyeti önemli mi?
Dünya edebiyatında savaşlarda ölen gençler ve onların annelerinin duygularına ilişkin en çarpıcı örneklerden biri, Fransız roman ve oyun yazarı Maurice Rostand’ın (1891-1968) kaleminden çıkmadır. Yazarın “Öldürdüğüm Adam” (“La homme que j’ai tué”) adlı romanından oyunlaştırdığı aynı adlı eserin sonunda, oğlunu Birinci Dünya Savaşı’nda yitirmiş olan Fransız anne, bir Alman gencine şöyle der: “Ben, kendimi savaşlarda oğullarını yitirmiş olan Alman annelerine, savaşta hiçbir şeylerini yitirmemiş Fransız annelerinden çok daha yakın hissediyorum...
Sanat ve edebiyat, savaşlara, teröre ve bütün öldürmelere işte böylesine karşı konulmaz bir güçle karşı çıkar; bu nedenle, ülkemizde iktidara uzanan yollarını şehitlerin tabutları ile inşa etmek isteyenlerin sanatın adını bile duymak istemeyişleri, kendi açılarından çok anlaşılabilir bir durumdur!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları