Savaş ve Barış Üzerine Notlar...

21 Ekim 2011 Cuma
\n

\n

Savaş ve barış üzerine, şimdi her zamankinden daha çok düşünmek ve konuşmak zorundayız. Hem de bu ikisini, yani savaşı ve barışı birbirinden yapay bir tutumla ayırmaksızın. İki uçta yer alan bu iki olgunun o tuhaf, belki de tüyler ürpertici birlikteliğini ve bütünlüğünü de görmezlikten gelmeksizin.

\n

Çünkü tarih, bize savaşın ve barışın senaryolarının birbirinden kopuk yazılamayacağını gösteriyor.

\n

Milli Mücadele, adına Sevr Antlaşması denen paçavranın onuruna değer veren hiçbir toplumca kabulünün mümkün olmaması nedeniyle başlamıştı.

\n

Lozanda ise genç çiçeği burnunda Türkiye Cumhuriyeti, onca devletin karşısında bir savaşın, yani Milli Mücadelenin galibi olduğu için direnip barışı elde edebilmişti.

\n

Mustafa Kemal, savaşın ve barışın senaryolarını, tam bir denge içerisinde, birlikte kaleme alabildiği için devlet adamıydı. Onun ardından gelen İsmet İnönü ise, koskoca bir Dünya Savaşının ortasında, ülkesine ait savaş ve barış senaryolarını doğru kaleme alabildiği için tarihe devlet adamı olarak geçti.

\n

Atatürk ve İnönüden sonra, Türkiye Cumhuriyeti savaşın ve barışın senaryolarını bir bütün halinde, doğru yazabilen devlet adamlarına hasret kaldı. Onlardan sonra gelenler ya savaşın senaryosunu hazırlarken barışı ihmal ettiler ya da barışın senaryosunun çekiciliğine kendilerini kaptırmaları yüzünden savaşı gözden kaçırdılar.

\n

Bu, Kıbrısta da, ondan sonra gelen Güneydoğu Savaşında da böyle oldu.

\n

Hele Güneydoğuda, savaşa savaş demekten kaçınmanın savaşı savaş olmaktan çıkaracağına inanılması, bu devleti yönetenlerin ve sorumlu görevler üstlenmiş olanların en büyük gafıydı. Kulağa biraz çelişkili gelebilir ama, savaşa gerektiğinde savaşın hakkınıvermemek, başka deyişle teröristlere devlete layıkdüşman payesi(!) vermekten kaçınmak, yalnızca sürüp giden bir savaşın daha da uzamasına ve yaygınlaşmasına yol açtı.

\n

Anlamsız bir küçümsemeve önemsememe politikası, varlığını şimdilerde de sürdürmekte. Dün ve bugün, yani Türkiye Cumhuriyeti Devletinin doksanlı yıllardan bu yana en büyük silahlı saldırıya uğradığı sıralarda, medya 200-300 kişilik bir terörist grubunun sınırlarımızdan içeri sızdığı haberiyle çalkalanmakta.

\n

Sızmanın sözlük anlamı azar azar süzülüp çıkmakveya çok az miktarda süzülerek girmekdiye verilmektedir. Yani, örneğin birkaç kişi ya da küçük bir grup, sınırlardan içeri sızabilir’.

\n

Ama geniş bir cepheyi hedefleyerek gelen iki yüz, üç yüz silahlı kişinin yaptığına sızmak değil, düpedüz saldırmak denir. Böyle bir saldırıya sızıntı demek, parçalanmış bir boruyu sanki yalnızca sızıntı yapıyormuş gibi onarmaya kalkışmaktan farksızdır.

\n

Yani, sonuç vermez.

\n

Yakın bir geçmişte, bu ülkenin topraklarının belli bir kesiminde birileri siyasi özerklikilan etti. Birkaç gün önce bu ülkenin Cumhurbaşkanı, o bölgeye programı önceden açıklanmayan bir ziyaret yaptı. Böylece bu ülkede, ziyaret programı önceden açıklandığında Cumhurbaşkanının güvenliğinin yeterince sağlanamayabileceği bölgelerin bulunduğu, kendiliğinden kanıtlandı. Bunun hemen ardından da aynı bölge, sınırların ötesinden gelen bir saldırıya hedef oldu.

\n

Başta da dediğim gibi, savaş ve barış üzerine, şimdi her zamankinden daha çok düşünmek ve konuşmak zorundayız. Hem de neye savaş, neye barış diyeceğimizi artık her zamankinden çok daha dikkatli düşünerek!

\n

\n\n



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları