Özgürlükleri Savunmak...

24 Mart 2014 Pazartesi

Bundan sonraki yazım yayımlandığında seçimler bitmiş, sonuçları da ilan edilmiş olacak. Şu anda ise Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana özgürlüklerin en çok kısıtlandığı ve yıkıma uğratıldığı bir dönemi izleyen seçimlerin arifesindeyiz. Bu nedenle, yalnızca yerel olmanın çok ötesinde, özgürlüklerimizi buyurgan iktidarlar karşısında ne ölçüde sahiplendiğimizin ve savunabildiğimizin göstergesi niteliğini taşıyacak bir seçime doğru gitmekteyiz. Bu durumda, bazı noktaları yinelemek pahasına da olsa, özgürlüklerimizi gerek bireyler gerekse toplum olarak bugüne kadar ne ölçüde savunabildiğimize bir göz atmanın yararlı olacağına inanıyorum.
Her şeyden önce, özgürlüklerin sahiplerine karşı da korunması uğruna verilen savaşımlar, özgürlüğün tarihinde özel bir yer tutar. Bunun nedeni, özgürlüklerin sahiplerince kötüye kullanılmasının en az onların başkalarınca bize tanınmaması kadar büyük bir tehdit oluşturmasıdır. Dahası, kötüye kullanmanın bu bağlamda özgürlükler için çok daha öldürücü bir tehlike olduğu da söylenebilir. Çünkü kötüye kullanma yoluyla sahibi tarafından yıkıma uğratılan bir özgürlüğün var oluş gerekçesini başkalarına karşı inandırıcı biçimde savunabilmek, neredeyse olanaksızlaşır. Böyle bir durumda, bir kez kötüye kullanma yoluyla kendi varlık gerekçesini yadsımış bir özgürlüğün gerekliliğini kanıtlamak, çoğu kez o özgürlüğün başlangıçta elde edilebilmesi için verilmiş savaşımlardan çok daha çetinlerini zorunlu kılar; o özgürlüğün gerekliliğine ilişkin inancı yeniden uyandırabilmek, kimi zaman onu başlangıçta kazanmaktan çok daha zordur.
Yirminci yüzyılın en önemli düşünürlerinden Adorno’ya göre özgürlük de öğrenilmesi gereken bir şeydir”. Başka deyişle, daha önce bizim iklimimizde hiç ya da yeterince bulunmayan bir özgürlüğü dışarıdan getirmek, o özgürlüğün kendi ortamımızda da kökleşebilmesini sağlamaya yetmez. Oysa Tanzimat’tan günümüze kadar uzanan süreç içersinde Türk insanı, sonuçta özgürlüğün doğal bir erdem olduğu anlayışıyla toplumun tüm kesimlerince özümsenmesini sağlayacak bir özgürlük eğitiminden geçebilmiş değildir. Batı’daki gelişmelerin aksine, sınıfsal yapısı organik yoldan, atılan her adımın bedeli ödenerek değil, çoğunlukla ithal kavramlar aracılığıyla belirginleşmiş bir toplumda özgürlük kavramının bulanık kalması, kaçınılmaz bir yazgıdır. Bulanık bir kavramın çatısı altında yer alan bir özgürlüğün etkin bir biçimde ve özellikle de değeri tam bilinerek savunulabilmesi ise söz konusu değildir. Zaten bundan ötürüdür ki, yaşadığımız toplumda özgürlük, sonunda bunca ucuzlayabilmiş ya da itibar kaybına uğrayabilmiştir. Özgürlüğün savunulması konusunu böyle bir yazının dar sınırları içersine sığdırabilmek elbette mümkün değil. Ama satırlarıma son vermezden önce bir noktayı daha vurgulamayı çok önemsiyorum:
Özgürlüğü kimi zaman
çok istedik, hatta belki de çoğu zaman çok istedik; ama aynı özgürlük üzerine bugüne kadar hemen hiçbir zaman yeterince düşünmedik. Bundan ötürü de meselenin özünden, yani sağlam bir özgürlük bilincinden hep uzak kaldık!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları