Ahmet Cemal
Ahmet Cemal cemal.cemdost@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Olmak ya da Olmamak…

18 Kasım 2013 Pazartesi

Söz, “Hamlet”ten… Ama niyetim, o oyundan alıntı yapmak değil.
Çok daha yakın bir zamandan, Mustafa Kemal Atatürk’ün birkaç gün önceki 75. ölüm yıldönümünden bir alıntı yapıyorum. Ülkemizin, Gezi Parkı Direnişi sırasında sergilediği insanca davranışları yüzünden iktidarın hışmına uğrayan en büyük sanayi kuruluşlarından birinin 10 Kasım günü verdiği sayfa boyu bir ilandan yola çıkıyorum.
“Olmasaydın, olmazdık…” - Sayfa boyu bir Atatürk resmine ustaca yedirilmiş iki sözcük. Evet, yalnızca iki sözcük. Onları okuyuncaya kadar, bütün bir Mustafa Kemal Atatürk’ün, onun önderliğinde yürütülen bütün bir Milli Mücadele’nin ve bütün ondan sonrasının yalnızca iki sözcükle böylesine görkemli, özlü ve vurucu biçimde özetlendiğini, özetlenebileceğini rüyamda görsem inanmazdım.
“Olmasaydın, olmazdık...” - Hem uçsuz bucaksız bir şükran borcunu hem de insanca davranışlar yüzünden hedef olunan haksız saldırılara çok soylu bir yanıtı içeren iki sözcük.
Ve ardından, bu iki sözcüğe yönelik “yanıt” niteliğinde, yine tam sayfa bir ilan. O da iki sözcükten ibaret, fakat anlam çok farklı..
“Olmasaydın da olurduk” anlamına geliyor. Yani: “Mustafa Kemal Atatürk diye biri olmasaydı bile, biz bugün yine de olurduk” anlamında. Ancak, bu ikinci ilanda bir sözcük eksik. Okurların: “Peki nasıl olurduk?” şeklindeki olası sorularının yanıtı için rehber olabilecek bir sözcük. İlanda, en azından çok ufak puntolu bir dipnotuyla verilebilirdi. Neyse, o eksikliği de ben gidermiş olayım. O sözcük şu: Eksiklik tam giderilmiş olsun diye mahsus büyük yazıyorum:
“SEVR…”
Sevr, bir antlaşmanın adı. I. Dünya Savaşı’ndan sonra, savaşın galibi itilaf devletleri ile mağlubu Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde Fransa’nın Sevr (Sevres) şehrinde imzalanmış. Savaşı kazananların Osmanlı İmparatorluğu’nun “artıkları” için nasıl bir “oluş” ve “gelecek” öngördükleri, bu antlaşmada madde madde sıralanmış.
Örneğin “Osmanlı ülkesi”, İstanbul üzerindeki sınırlı bazı haklar ile Ankara ve çevresindeki avuç içi kadar bir toprak parçasından oluşacak. Sınırlar, galiplerce her zaman değiştirilebilecek. Türk hukuku ve idari düzeni hemen her alanda müttefikler tarafından saptanacak. Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri kuvveti, jandarma dahil 50.700 kişiyle sınırlı olacak ve ağır silahları bulunmayacak. Türk donanması tasfiye edilecek, Marmara Bölgesi’nde askeri tesis bulundurulamayacak, askerlik gönüllü ve paralı olacak, azınlıklar orduya katılabilecek, ordu ve jandarma Müttefik Kontrol Komisyonu tarafından denetlenecek. İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi silahtan arındırılacak, savaş ve barış zamanında bütün devletlerin gemilerine açık olacak; Boğazlar’da deniz trafiği on ülkeden oluşan uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecek; komisyon gerekli gördüğü zaman Müttefik Devletler’in donanmalarını yardıma çağırabilecek. vb., vb. …
Bu birkaç örnekten de görülebileceği gibi, savaşın galiplerince bir zamanların Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine kurulan, ancak kukla diye nitelendirilebilecek, ömrü pamuk ipliğine bağlı bir ucubedir. Sayfa boyu ilanlarda “Olmasaydı da olurdu” diye nitelendirilen kişi ise, “Sevr Antlaşması adlı utanç belgesini yırtıp Milli Mücadele’yi başlatan ve daha sonra bir zamanlarki imparatorluk enkazının yerine bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurandır, yani Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Shakespeare’in cümlesini biraz değiştirelim mi?
“Olmak, ama nasıl olmak? Bütün mesele bu…”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları