Mustafa Kemal Cumhuriyeti...

27 Ekim 2014 Pazartesi

Evet, sıra numarası vermeden yalnızca “Mustafa Kemal Cumhuriyeti” demekle yetineceğim. Çünkü bu ulusun ve bu toprakların tarihinde bir “başkası”, yani ikincisi falan, hiçbir zaman olmadı. Oldu diye gösterilenler çakmaydı, taklitti, tarihsel gelişme koşulları ve yolları bizimkisinden çok, ama çok farklı toplumlara aitti. “Bizim de birden fazlası olsun!” diye ortaya attığımız “İkinci Cumhuriyet”, tümüyle bir kompleksin, ilki altında ona layık olamayıp ezilmişliğin, ardından da “Yetmez ama evet!” noktalamasıyla aslında olmayan tarihine karışan bir gaflet göstergesiydi.
Mustafa Kemal Cumhuriyeti, “Bilimsel Çağ” diye anılan 20. yüzyılın ilk çeyreğine “beyin ölümü gerçekleşmiş” olarak adım atan bir imparatorluk enkazının üzerinde, ama yepyeni temeller atılarak yükselen, kuruluşundan sonra da 1938’e kadar hız kesmeyen, hız kesmek bir yana, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından hiçbir zaman çağdaş uygarlık düzeyinin altına düşmemesi için bütün önlemlerin alınmış olduğu bir yeni devletin adıdır. Bu devlet, tarihte ilk kez ulus temeli üzerinde yükselen bir Türk devletidir, çünkü onun temellerinin atıldığı yirmili yıllarda Avrupa, çokuluslu imparatorlukların artık tarihteki miadını doldurduğu, onların yerini tek tek ulus devletlerin aldığı bir kıtadır. Bu çok önemli özellik, elbette Mustafa Kemal Cumhuriyeti’nin dâhi kurucusunun gözünden de kaçmadı. Kaçmadığı içindir ki Atatürk, kaynağını kafatasçı ya da ırkçı bir anlayışta bulmayan, varlık nedenleri bütünüyle toplumbilimin (sosyolojinin) gerçeklerinde ve gereklerinde aranması gereken, ulus temeline dayanan bir Türkiye Cumhuriyeti kurdu.
Bu devletin düşünsel temelleri ve kökleri, 1789’da gerçekleşen Büyük Fransız İhtilali’nin ulusçuluk anlayışına, bu hareketin temel aldığı Aydınlanma’nın felsefesine ve gerçekçiliğine kadar uzanıyordu. Mustafa Kemal, yeni devletin sınırlarını Misakı Milli ile çizerek yeni bir kuruluşun geleceğini tüm serüvenci gölgelerden, öte yandan da mezhepçilik veya ırkçılık gibi tüm ayrımcı eğilimlerden arındırmayı amaçlamıştı.
1923 ile 1938 arası, yani Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı dönemi, çiçeği burnunda ve kasası tamtakır bir Cumhuriyet’in uluslararası itibar dağarcığının tıkabasa dolup taştığı bir dönemdir. Mustafa Kemal, Cumhurbaşkanlığı döneminde hiçbir dış geziye çıkmadı. Ama Ankara’da, Çankaya’da dünya liderlerini ağırladı ve ağırlanan bu konukların çoğu daha bir iki yıl önce, Milli Mücadele sürecinde, Ankara Hükümeti’ni Sevr aracılığıyla yirminci yüzyılın tarihinden silmeye kararlı devletlerin devlet ya da hükümet başkanlarıydı.
Batı, yenik düştüğü yayılmacı bir savaşın ardından Lozan ile birlikte tarih sahnesine adım atan Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün şahsında “Aydınlanmış Uluslar Topluluğu”un yeni bir üyesine saygı göstermeyi de bilmişti.
Sonrası, 1938’den bugüne kadar uzanan yol, Mustafa Kemal Cumhuriyeti’ni yaşatmayı ve daha da güçlendirmeyi becerememiş, üstelik bütün beceriksizliklerinin faturasını da o cumhuriyetin kurucusuna ödetmeye kalkışmış kuşakların öyküsüdür.
Çakma ya da düzmece cumhuriyet girişimlerinin gafletine bir an önce veda edip Mustafa Kemal Cumhuriyeti’nin aydınlanma temellerinin gerçeklerine dönmek, bu temeller üzerinde başta tarih bilgisi olmak üzere, bilginin mutlak rehberliğinde tekrar tekrar düşünmek, bugünkü ve bundan sonraki kuşakların en birincil görevidir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları