Köy Enstitülerinin İntikamı...

28 Temmuz 2014 Pazartesi

Bilinen özdeyiştir: “İntikamın çorbası soğuk içilir.”
Toplumlara karşı işlenen suçlarda bu özdeyiş, neredeyse hiç şaşmayan bir kuralı dile getirir; ve yine toplumlar bağlamında, yukarıdaki özdeyişe şöyle bir ekleme yapmak belki yerinde olur: “İntikamın çorbası soğuk içilir ve içilmesi uzun sürer.”
İktidarlar tarafından toplumlara karşı işlenen ve hele toplumların geleceğine kötü ipotekler koymaktan farksız suçlar, artçılarının ne zaman biteceği kestirilemeyen, dev yer sarsıntıları gibidir. Üstelik bu türden artçıların şiddeti, zaman içerisinde hafiflemek şöyle dursun, katlanır bile!
1937’de, yani Mustafa Kemal Atatürk’ün son döneminde temelleri atılan ve 1940’ta yürürlüğe konulan Köy Enstitüleri modeli, dünya kültür tarihinde eşi olmayan bir kitlesel eğitim devrimiydi. Amacı, modern dünya ile ancak 1923’ten sonra tanışan ve yüzde doksanından fazlası henüz okuma yazma bilmeyen bir toplumu kitlesel bir seferberlikle en kısa zamanda “bilimsel yüzyıl” diye adlandırılan bir yüzyılda ayakta tutabilecek bir eğitimin temellerine oturtabilmekti. Yani, Köy Enstitüleri, amacı sadece okuma yazma öğretmekle sınırlı bir kurum değildi; batının Aydınlanma’sını 200 yıl arayla kaçırmış bir toplumda Aydınlanma’yı inşa etmekti.
İlk başta bu, kulağa gerçekten ütopya kadar erişilmez bir hayal gibi gelir. Ne var ki, dünya tarihinde bütün büyük eylem insanlarının mayaları hayalperestlikle yoğrulmuştur. Mustafa Kemal de onlardan biriydi. Kendisinden başka hemen herkesin bir imparatorluk yıkıntısından başka bir şey görmediği bir zeminde o, bir cumhuriyetin hayalini kurdu. Bu cumhuriyeti gerçekleştirdikten sonra da kafasında bu kez çağdaş uygarlık düzeyini (muasır medeniyet seviyesini) yakalayabilecek, dahası bu düzeyi aşabilecek kadar aydınlanmış bir toplum hayalini şekillendirdi. 10 Kasım 1938’de Dolmabahçe’de son nefesini verdiğinde, bu hayalin de temellerini atmıştı.
Onun ardından Hasan Âli Yücel ve İsmail Tonguç gibi eylem insanları, bu hayali gerçekleştirdiler. Milli Şef İsmet İnönü, 1940’ta bu girişime bütün desteğini vermesi yüzünden Devlet Adamı diye anılmayı hak etti. Öte yandan aynı İnönü, 1946’dan başlayarak ve Türkiye’de çokpartili demokrasiyi yerleştirme idealinin ateşlemesi ile, Köy Enstitülerinin çatısı altında toplanan neredeyse tüm ideallerden ödün vermeye başlayarak, böylece de tarihte hiçbir rejimin ve ideolojinin cehalet temelinde yükselemediği gerçeğini göremeyerek, asla Mustafa Kemal gibi bir devlet adamı olamayacağını kanıtladı.
Bu noktada Köy Enstitülerinin kapatılmasının bütün günahını 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’ye yüklemeyelim. Köy Enstitülerinin resmen kapatıldığı 1953 yılına gelindiğinde, bu kurumdan geriye zaten yalnızca bir enkaz kalmıştı.
Günümüzde bu ülkede geri kalmışlık, koyu bir din bağnazlığı ve eski itibarını yitirmişlik bağlamında hangi taşı kaldırırsak kaldıralım, altından en verimli dönemlerinde zorla yıkıma sürüklenmiş olan Köy Enstitülerinin intikam arayan ruhu da çıkacaktır. Bu saptamanın abartılı olduğunu düşünenler, lütfen yakın tarihimizi bir kez daha ama artık o tarihi öğrenmek amacıyla okusunlar!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları