Kafka'nın Şato'su Silivri'de mi?

22 Mart 2013 Cuma

Belki de Silivri’deki, Kafka’nın “Şato”sudur.
Belki de
Albert Camus’nün 20. yüzyıla takmış olduğu “korku çağı” adı, bizim diyarlarda ancak şimdi, yani 21.yüzyılda başlıyordur.
Malum ya, bizim diyarlara her şey biraz gecikerek gelir.
Matbaa, iki yüzyılı aşan bir gecikmeyle gelmişti.
Dahası, örneğin Rönesans, hiç gelmedi.
Aydınlanma çağı, neredeyse daha başlamadan bitiverdi. Eleştirel düşünce tohumları, inançların karartmaları arasında görünmez oldu.
Camus’nün bir uyarı olarak dile getirdiği “
korku çağı” da yüzyıllık bir gecikmeyle bizde kendini Silivri’de gösteriverdi. İki bin sayfayı aşan bir iddianamenin içerisinden başsız bir örgüt (!) çıktı. Başı, tıpkı Kafka’nın “Şato”su gibi, bulutların, sislerin arasında yitip gitmiş bir örgüt. Bu yüzden işlevi adalet ilkesini ve düşüncesini örgütlemek olan bir hukuk da örgütleyecek adalet bulamayınca, korkunun türevlerini örgütler olmuş.
Kafka, gerek “
Dava”da, gerekse “Şato”da dünyanın kapitalizmin rüzgârlarıyla hangi karanlıklara doğru sürüklendiğini dile getirirken, bir “bağımlılıklar sisteminin” varlığına dikkati çekmişti: “Dışarıdan içeriye, yukarıdan aşağıya uzanan bağımlılıklardan oluşma bir sistem. Her şey bağımlı. Her şey zincire vurulmuş…”
Şato”, anonim bir iktidarın simgesidir. Tıpkı başı belli olmayan bir örgüt gibi. Bu yüzden onun da ne zaman, nerede, ne yapacağı, neyin yerine geçtiği, bu şeyin ne olduğu hiçbir zaman belli değildir. Kimi nereye gönderdiği veya göndereceği, kimi ödüllendirip kimi cezalandıracağı hiç belli değildir. Görevlendirdiklerini gerçek anlamda görevlendirip görevlendirmediği hep bir sırdır. Suçlamalarının gerekçeleri hep karanlıkta kalır, kanıtları da yok olur.
Korku çağı” ve onun egemen kıldığı sürekli tedirginlik, tek gerçek niteliğiyle belirginleşir. Bu tedirginlik içerisinde yaşama durumunu Kafka, 9 Kasım 1903 tarihli bir mektubunda şöyle tasvir etmiştir: “…Ormanda yolunu yitirmiş çocuklar gibi terk edilmişlik içerisindeyiz. Önümde durup bana baktığında, ne sen benim içimdeki acıları anlayabiliyorsun ne de ben seninkileri. Ve senin önünde kendimi yere atsam, ağlasam ve anlatsam bile, biri sana cehennemi sıcak ve korkunçtur diye anlattığında cehennem hakkında ne bilebilirsen, benim hakkımda da ancak o kadarını bilebilirsin…”
Tepeleri bulutlara karışmış şatolar, her türlü insanca iletişimi olanaksız kılar. Ve insanca iletişimin ortadan kalktığı yerde onun yerini korku alır. Adaletin dilinin önünde aciz kaldığı bir hukuk düzeni, ancak kalın taş duvarlarının ötesinde nelerin olup bittiği hiçbir zaman anlaşılmamış ve anlaşılamayacak şatolarla karşılaştırılabilir.
Evet, Kafka’nın “
Şato”su, yazılışından neredeyse yüzyıl sonra Silivri’de mi?

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları