Hayatı öyle okusalardı, belki de...

02 Kasım 2015 Pazartesi

Yazımı pazar günleri en geç 14’e kadar göndermek durumundayım. Demek ki bu hafta, yazımı seçim günü kaleme alsam bile seçimler üzerine kayda değer bir şeyler yazamayacağım. Çünkü ben gönderdiğimde, daha sonuçlar belli olmamış olacak.
Neyse. Zaten seçim sonuçları üzerine bir şeyler yazmaya pek de meraklı değilim. Bir önceki seçimde oyların yüzde altmışını alıp “iktidara gelen” fakat seçimde yenik düşen tek parti karşısında bırakın “iktidar olmayı”, aylar boyunca -bugüne kadar!- TBMM’yi toplayabilecek kadar bile varlık gösteremeyen ve sonunda Meclis Başkanlığı’nı da yenik düşen tek partiye kaptırıp köşelerine çekilen, böylece de milletin oyları ile iktidarken “muhalefet” olmayı başaran üç partinin yine “figüran” olarak katıldığı bir seçimin “sonuçları” sanırım beni ilgilendirmiyor. O halde biraz eskilere gitmek en iyisi.
Eskilere, örneğin geçen yüzyılın kırklı yıllarının ilk yarısına, adı Köy Enstitüleri olan ulusal mucizenin köylerde yazılmaya başlandığı o zaman parçasına geri dönmek. Bir sıcak öğlen vakti koyunlarıyla birlikte bir ağaç altında dinlenen gencecik bir çobanın heybesinde, ekmek ve peynirin yanında bir de Sofokles’in “Antigone”sinin, hani o “Tercüme Bürosu”ndaki öpülesi ellerce çevrildikten sonra “Maarif Vekâleti” tarafından bastırılan, artık çoktan geçmişe karışmış “Anadolu Aydınlanması”nın simgesi bembeyaz kitaplardan birinin bulunduğunu hatırlamak...
Böyle hatıralarla insan ne düşler kurmaz ki! Örneğin hukuk, adalet, yazılı yasalar, bir de tüm yasaların üzerinde kalan yazılı olmayan yasalar gibi kavramları ortaokul yıllarında Köy Enstitüleri’nin imece ahlakının potasında yoğrulurken öğrenen bir çocuğun, ileride hukuk öğrenimi yaptığı takdirde, sadece yasaların diliyle kuşatılmışlıktan ne kadar uzak, buna karşılık adalet ahlakının ruhuyla nasıl da dopdolu bir hukukçu olabileceğini ve ne kadar adına yakışan bir adaletin dağıtanı olabileceğini gözümüzde canlandırmak! Veya yine aynı yıllarda Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde, örneğin bir Sabahattin Eyuboğlu’nun öğrencisi iken onun rehberliğinde Shakespeare’in “Macbeth”i ile tanışan bir ortaokul öğrencisinin ileriki yıllarda, ülkesinin toplumsal-siyasi hayatına karıştığında, “iktidar” kavramı üzerinde ne kadar günlük politikanın kısırlığından uzak, buna karşılık devletin ve iktidarın ancak bireylerin esenliğini çıkış noktası aldığı ölçüde geçerlik kazanabileceği düşüncesiyle ne kadar haşır neşir olmuş bir halde yoluna gidebileceğini kafamızdan geçirmek!
Kısacası, kalsaydı Köy Enstitüleri o zamandan bu yana, dindar gençlik yerine gittikçe daha eleştirel düşünebilen genç kuşakların yetişmesi eğitimin başlıca hedefi sayılsaydı ve hayata dair ne varsa, hep bu hedefin yörüngesinde okunabilseydi, işte o zaman bizim de “sonuçları merak edilmeye değer” seçimlerimiz olurdu!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları