Erasmus'un Yansızlığı...

15 Şubat 2013 Cuma

Stefan Zweig biyografi türündeki iki başeserinde, “Montaigne” ve “Rotterdam’lı Erasmus’un Zaferi ve Trajedisi” başlıklı kitaplarında, bu iki tarihsel kişilik için ortak bir payda bulur. Bu payda, düşüncede ve değerlendirmede yansızlıktır.
Zweig’ın anlatımıyla
Montaigne, denemelerinde dış dünyanın gelgitlerinin ortasında kendine hep bir tür “iç kale” inşa etme ve bu kaleyi dış dünya karşısında ne pahasına olursa olsun, ayakta tutabilme çabasıyla belirginleşen bir kişiliktir. Montaigne’e göre böyle bir iç kale inşa edilemediğinde birey, dış dünyadaki dalgalanmalar karşısında neredeyse savunmasız kalır; bu savunmasız kalma durumunun en büyük sakıncası, bireyin dış dünyada olup bitenleri aklın süzgecinden geçirmesinin engellenebilmesidir. Bu engel, bireyin bir kaos ortamında kendi yönünü saptayamadan dış olayların akışıyla rastgele sürüklenmesine neden olur.
Oysa kendine bir
“iç kale” inşa etmeyi başarabilmiş olan birey, en büyük kaosların anaforundayken bile kale kapılarını kapatıp içeri çekilebilir ve olup bitenlere bir de dışarıdan bakarak kendi duruşunu şekillendirebilir.
Benzer bir durum ile, Zweig’ın
Erasmus biyografisinde karşılaşırız. Hatta bu noktada, Zweig’ın Montaigne biyografisinde geliştirdiği bir kurama, iç kalenin gerekliliği kuramına Erasmus’un tarihsel kişiliği çerçevesinde somutluk kazandırdığını da söyleyebiliriz. Erasmus, kilise bünyesinde bir ıslahatın artık kaçınılmaz olduğu noktasında kendisi gibi bir din adamı olan Martin Luther ile görüş birliği içerisindedir. Fakat yöntem konusunda Rönesans’ın bu iki büyüğü arasında görüş farkları vardır ve bu farklar zamanla çok daha derinleşip bir uçuruma dönüşecektir.
Toplumsal çatışmalar bağlamında her türlü kargaşa ortamına ve olasılığına karşı alerjisi olan Erasmus’a göre Katolik kilisesi bünyesinde yapılması gereken düzeltmelerin radikallik çizgisine varması, yani bir devrimin renklerine bürünmesi, ancak kilisenin parçalanmasına yol açabilir. O yüzden izlenmesi gereken yol, evrimin yoludur ve bu yol, atılacak her adımın aklın süzgecinden geçirilmesini öngörür. Martin Luther’e göre ise kilisenin yeniden
Hazreti İsa’nın yoluna döndürülebilmesi için evrimden medet ummak artık boşunadır. O yüzden yapılması gerekenler, yumruklar masaya vurularak açıklanmalı, bu bağlamda radikallikten ürkülmemeli, dolayısıyla evrimin değil fakat devrimin yolu izlenmelidir.
Sonuçlar bakımından tarih, Erasmus’u haklı çıkardı. Luther’in devrimci girişimi, kiliseyi Katolik ve Protestan diye ikiye ayırdı. Luther, varılan noktada evrimin bir işe yaramayacağını söylemekte haklı mıydı? Erasmus, devrimin gerekli olduğu bir noktada aşırı bir ürkeklik mi sergilemişti? Zweig, bu konuda kesin yanıtları tarihe ve okurlara bırakır. Buna karşılık başka sorular gündeme geldiğinde, örneğin her çatışkıda daha en baştan saflara ayrılıp çözüm arayışlarına birer hasım olarak mı başlanmalıdır gibisinden sorgulamalara girişildiğinde, aklın yerini de sorgulamak herhalde gereklidir.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları