Ahmet Cemal
Ahmet Cemal cemal.cemdost@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Bozkırda Bir Akademi…

11 Kasım 2013 Pazartesi

1965’te, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirişimden bu yana, hayatım hep üniversitelerde ve üniversite öğrencileri ile geçti
Arada, örneğin 12 Eylül’den hemen sonrası gibi, kesintiler oldu. Ama üniversite hocalığından hiç kopmadım. Ayrılıklardan sonra hep geri döndüm. Üniversitelere dönme olanağını bulamadığım zaman parçacıklarında ise kendi evimin dört duvarı arasında 5-10 kişilik “fakültecikler” ve “akademicikler” kurdum. Rahmetli annem Behice Cemal, Cumhuriyetin ilk öğretmenlerindendi. Öğrencilere, öğrencilerle birlikte üretmeye, bilgi imecesi’ne yönelik tutkum sanırım bana ondan miras kaldı. Kendi evimde de yazdıklarımla ve çevirdiklerimle hep yoğun üretimlerim oldu. Ama sayıları yıllarla çoğalan kendi kitaplarım, benim için öğrencilerimle gerçekleştirdiğim imecelerin ve paylaşımların yerini hiçbir zaman bütünüyle tutamadı.
Çevirdiğim ve yazdığım kitaplarla da gençlere katkıda bulunduğumu biliyordum. Genç okurlardan gelen “Ne olur daha çok yazın ve çevirin!” ya da “Biz düşünmeyi sizden öğreniyoruz!” gibi mesajlar ve mektuplar, hayatımdan hiç eksik olmadı. Ama bunların hep sınıflardaki ya da evimdeki bir araya gelişlerle, yüz yüze birlikteliklerle tamamlanması gerekiyordu. O, farklı bir özlemdi.
Bir uygarlık kalesi olan Anadolu Üniversitesi’nde geçen 19 olağanüstü yılın ardından bütünüyle İstanbul’da çalışmaya başladığımda, üniversitelerden yana şansım pek parlak gitmedi. Anadolu Üniversitesi yıllarım boyunca Türkiye’deki üniversitelerin sayısı hızla artmıştı. Ama bu nicel artış, her zaman nitel bir yükselişin eşliğinde gerçekleşmemişti. İstanbul’da aradığımı bulamayınca, tekrar evimdeki üretimlerle yetinmek zorunda kaldım.
Ancak Gezi Parkı Direnişi’nin hemen öncesinde ve gerçekleşme sürecinde, benim için de her şey bir çırpıda denilebilecek bir hızla değişmeye başladı. Önce “soL” gazetesinin kitap ekinde yazma önerisi geldi. Hemen ardından, 26 Haziran günü düzenlenen TKP Örgütlenme Toplantısı’nda, inanılmaz coşkulu bir atmosfer içerisinde parti üyeliğine kabul edildim. Ve ondan kısa bir süre sonra da Sevgili Doğan Ergün ile bir öğlende Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin bahçesinde buluştuk. Bana Nâzım Hikmet Akademisi’ni anlatmaya başladı.
Ders vermemi isteyeceğini tahmin etmiştim. Ama ne olur ne olmaz diyerek işi rastlantıya bırakmayıp damdan düşercesine, “Ben orada ders vermek istiyorum!” deyiverdim. Aslında biraz da korkuyla. Ama neyseki tahminim doğruymuş. NHA, beni öğretim elemanları arasına kattı.
Şimdilerde bunun onurunu ve mutluluğunu yaşıyorum. Geçen hafta ilk derslerimi verdim. Daha önce Akademi’deki dostlarıma, “Bu yıl, Gezi Parkı Olayları’ndan sonraki ilk yılımız ve biz çok farklı öğrencilerle karşılaşabiliriz!” demiştim. Bu tahminimde de yanılmamışım. Şimdi, gerektiğinde hocalarını soru yağmuru altında bırakan öğrencilerle beraberim. Çünkü onlar, bulundukları kurumda hiçbir korku yaşamayacaklarını, her şeyi birbirleriyle ve hocalarıyla özgürce tartışabileceklerini çok iyi biliyorlar.
Buna haklı olarak güveniyorlar.
Ve ben de “Bir hocanın öğretebilme becerisi, her zaman öğrencilerinden öğrenebilme becerisi ile doğru orantılıdır” şeklindeki eski ilkeme bağlı kalmayı sürdürerek öğrencilerimin güvenine layık olmak peşindeyim…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları