Bir Ödülün Düşündürdükleri...

24 Kasım 2014 Pazartesi

Bir tuhaf rastlantı daha.
Bu yazımın çıktığı gün, Avusturya Başkonsolosluğu Kültür Ofisi’nin Yeniköy’deki saray yavrusunda, bir zamanlarki Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’ndan kalma görkemli bir salonda, edebiyat çevirisi alanında Avusturya Federal Cumhuriyeti Devlet Büyük Çeviri Ödülü’nü alıyor olacağım. Yazıyı sabah okuyanlar için henüz almadım. Akşam 17’den sonra okuyanlar için ise aldım.
Ödül, 2013 yılında verilmişti. Ama ben, sağlık nedenleri ile Avusturya’daki ödül törenine katılamadım. Belki biraz da, ülkemdekine ek olarak, bir başka ülkedeki yalnızlığı da taşıyacak güçte olmadığım için. Bilemiyorum.
Avusturya makamları, “Madem siz gelemediniz, o zaman ödül için biz size geliyoruz!” demişlerdi.
Şimdi geldiler.
Son yıllarda büyük ödüllerim çoğaldı. Ve her ödül, aslında içimdeki o tanımlanamaz yalnızlığı da daha bir çoğalttı. Zaten bu yazıyı da okurlarımla o yalnızlığı biraz olsun paylaşabilmek için yazıyorum.
Alman Kültür Bakanlığı ile birlikte düzenlenen Tarabya Büyük Çeviri Ödülü’nü aldığımda, röportaj için Türkiye’ye gelen bir Alman gazeteci evimdeki kitapların dünyasında bana şu soruyu sormuştu: “Çevirmenlik, biraz da insanı zorunlu olarak yalnızlığa sürükleyen bir uğraş değil mi?” Kendisine duvarları kaplayan dünya edebiyatı temsilcilerinin eserlerini göstererek “Eğer onlarla birlikte aynı evi paylaşmanın adı yalnızlık ise, bir daha dünyaya gelirsem yine bu hayatı seçerdim!” diye yanıt verdim.
Öyle mi gerçekten? Yani, seçer miydim? Bugüne kadarki bütün hayatımın benim ‘seçilmiş’ diye nitelendirdiğim bir yalnızlığın ürünü olduğu doğru. Ama ne ölçüde seçilmiş?
İnsanın hayatı boyunca kendine bile sormaktan korktuğu bazı soruların olduğu da doğru.
Yakın geçmişim. Avusturya Federal Cumhuriyeti Altın Liyakat Nişanı ile başlayıp bugünkü ‘Büyük Ödül’e uzanan bir yol. Daha öncesi ise Anadolu Üniversitesi Senatosu’nun Türk kültürüne üstün hizmetlerimden ötürü verdiği ‘fahri doktora’ unvanına kadar uzanıyor.
Aslında bunların hepsi, bana biraz daha yalnızlık getirdi. Giderek büyüyen bir yorgunluğa eklenen bir yalnızlık. Altmıştan fazla çeviri kitap, on altı deneme kitabı, bir roman, bir öykü, bir de şiir kitabı. Bunların yorgunluğu. Ve nişanların, unvanların, büyük ödüllerin beraberinde getirdiği, çoğalttığı bir sorumluluk duygusundan kaynaklanan yalnızlık. Çünkü bunların hepsinden sonra, yaptıklarımın daha da fazlasını yapmak için bir o kadar daha kendi dünyama çekildim. Ve o, ancak yalnızlıkla var edilebilecek bir dünyaydı.
Gerçi yalnızlığa karşı çok küçük yaştan şerbetli olduğum söylenebilirdi. Çünkü çocukluğum, analı babalı olduğu halde ikisinin de sevgisinden yoksun büyüyen bir çocuğun zamanlarıydı.
Şimdi anlıyorum ki yeterince şerbetli değilmişim. Şu anda bütün dileğim, bugünün bir an önce bitmesi. Geçmişten kalan konak yavruları, bütün o kalabalıklar, konuşmalar … Bir an önce evime dönüp kapıyı arkamdan çekebileyim, kapının ve telefonun zillerini kapatabileyim ve masamın başına geçeyim - masamın, yani tek ülkemin! 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları