Araştırma, Gelişme ve Bilim...

11 Kasım 2011 Cuma
\n

\n

Dünkü Cumhuriyetin ekonomi sayfasında, Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özincenin çeşitli açılardan önem taşıyan bir saptaması yer aldı. İki, üç ay önce Dünya Bankası başkanı ile yaptıkları sohbetten söz eden Sayın Ersin Özince, şöyle diyor : “…oturduk tartıştık. Herkes Türkiyede en önem verilmesi gereken konunun eğitim olduğu konusunda mutabık kaldı. İşlerimize katma değer için Ar-Ge lazım, Ar-Ge için kaliteli üniversite ve bilim insanı lazım. Bilim adamına kalkıp bankacıdan az para verirseniz olmaz.

\n

Sayın Özince, araştırma ve gelişme için olmazsa olmaz niteliğini taşıyan bir noktadan, kaliteli üniversite ve bilim insanının gerekliliğinden nasıl bir ülkede söz ediyor? Resmi rakamlara göre, 170 civarında üniversitesi bulunan bir ülkede. Bu üniversitelerin küçümsenmeyecek bir bölümünü de vakıf üniversitelerioluşturmakta. Peki o zaman bu saptama veya yakınmada bir tuhaflıkyok mu? Başka bir deyişle, Türkiyenin en büyük birkaç bankasından birinin yönetim kurulu başkanı, 170 üniversitesi bulunan bir ülkede nasıl olur da kaliteli üniversitenin ve kaliteli bilim insanının gerekliliğini özellikle vurgulama lüzumunu hissetmiş olabilir?

\n

Bir defa şunu hemen belirtelim ki, Sayın Özincenin saptaması, özünde yaşamsal önem taşıyan bir gerçeği dile getiriyor: Türkiye, sayısı iki yüze doğru yol almakta olan üniversitelerinin varlığına rağmen, kaliteli üniversite ve kaliteli bilim adamı sıkıntısı çekmektedir. Bunun nedeni, sözü edilen sayıların bir kalitenin değil, fakat yalnızca bir enflasyonun göstergesi olmasıdır. Böyle bir enflasyon ortamında ise bilimin ilerlemesi değil, ancak giderek artan bir hızla gerilemesi beklenilebilir. Bilimin dünyadaki ilerlemeye ayak uyduramadığı yerde ise ekonominin belli sınırların dışına çıkabilmesi, hele hele dünyada geçerli kalite standartlarına ulaşabilmesi söz konusu değildir.

\n

Türkiye Cumhuriyeti, bugün 170 üniversitesi ile bilim ve teknoloji üreten değil, yalnızcaithal edenbir ülke durumundadır. Böyle olması ise 1953teresmenkapatılan Köy Enstitülerinden günümüzün vakıf üniversitelerine kadar uzanan çizginin, ulusal eğitim politikası bağlamında tam bir gerileme çizgisini belirlemesiyle son derece uyumludur.

\n

Bir ülke düşününüz ki, ortaöğrenimine yıllar boyunca gerekli yatırımları yapmaktan kaçındıktan sonra, bu öğrenimin ve asıl önemlisi, onu izleyecek yükseköğrenimin kaderini tamamen özel girişimcilerin, yani dershanesahiplerinin eline bırakmış olsun! Bu, gerçekte devlet yönünden içler acısı bir itiraftan başka bir şey değildir. Bu itirafıyla devlet, ulusuna şöyle demiştir: Ey millet! Benim artık ortaöğrenime ayıracak daha fazla param yok. Çocuklarınız bugünkü durumuyla ortaöğrenim kurumlarında üniversite giriş sınavlarını kazanabilecek donanımı elde edemiyorlarsa, siz de onları dershanelere gönderin!

\n

Bu yakınlarda sıkça sözü edilen Dershaneler Cenneti Türkiyeişte böyle bir itirafın pompalamasıyla oluşturulmuş bir Türkiyedir. Yazımda bir suçun suçlu tarafından kabulü anlamına gelenitirafsözcüğünü bilerek kullandım; çünkü eğitimi, anayasası gereği birgörevolarak üstlenmiş bir devletin bu görevi yerine getirmemesi ya da yeterince önemsememesi, ancak bir suçolabilir.

\n

Kaliteli bilim adamı eksikliğine gelince, onu bir dahaki yazımda ele alacağım.

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları