Adnan Binyazar

Romeo ve Juliet

12 Nisan 2024 Cuma

Yıl 1950. Diyarbakır’ın yazlık sinemasında bir aşk filminin gösterime girdiğini duydum. Onu kaçırmamak istiyordum ama cebimde simit alacak param bile yoktu.

Dar durumlarda insanın önüne umut kapılarının açıldığı oluyor. Çocukluk yıllarımda beni acıdan acıya sürükleyen yazgım, kapıyı bu kez bana açtı. Kendimi yapımı bitmemiş bir binanın önünde buldum. İçi zindan karanlığı da olsa filmi oradan izleyebileceğim içime doğdu. Önümdeki karanlığı yararak binanın içine girdim. Sinema perdesi ayna parlaklığında önüme çıktı...

FİLM TUTKUSU

“Romeo ve Juliet” yazlık sinemada on yedi gece gösterildi. Kendimi olaylara kaptırmıştım. Ben de on yedi gece, perdedeki Romeo ile Juliet’ten kopamadım. İlk gece, maskeli baloda Juliet’in dansını uzaktan gözleyen Romeo’nun acıları içimi yaktı. İkinci gece, aileler arasındaki düşmanlığın, o derin sevdayı kurutma yolundaki duyarsızlıklarına gözyaşı döktüm. Üçüncü gece, sevdalıların çevresini kötüler sarsa da arada iyilik meleklerinin dolaştığını görünce sevindim. Dördüncü gecenin sonunda da sözün ancak sanatla sonsuzluğa erdirileceğine inandım. 

SEVGİNİN DİLİ

O günden sonraki gecelerde de yeryüzünün en büyük aşkını yaşayan Romeo’nun Juliet’e yönelik sözlerini belleğime yerleştirmeye çabaladım:

“Sevgi birden iç çekişlerin buharıyla yükselen bir dumandır. Bu duman ortadan yok olunca geride âşıkların gözünde parlayan kutsal bir ışık kalır. Bu kutsal ışık zihni acıya sürüklediğinde gözyaşıyla beslenen engin bir deniz olur...”

“Sakın Ay üzerine yemin edeyim deme, her gece gökyüzünde biçim değiştiren kararsız Ay’a benzer sonra sevgin de! Yok, ille de yemin etmek istiyorsan, gönlümdeki tapınağın aziz ilahı olan kusursuz varlığın üzerine yemin et!”

“Meşalelere parlak yanmayı gösteren o! Bir Habeş kulağında duran pırlanta gibi, gecenin ortasında haşmetle ürperten o! El sürülmeye kıyılamayacak kadar güzeldir o!” “Kendine başka bir ad bul; ama adın ne önemi var? Gülün adı değişse, o gene eski güzelliğiyle gül kokmayacak mı?”

KİTAPLA KUCAKLAŞMA

1950’nin sonbaharında Dicle Köy Enstitüsü’nde öğrenime başladım. Ertesi gün kitaplığa koşup Romeo ve Juliet kitabını istedim. Kitaba ulaşınca, sevgilisine kavuşan sevdalıların sır saklaması gibi, onu koynuma soktum.

O gün okuldaki günlerimi nasıl geçireceğime karar vermiştim: Artık bilgi yuvam kitaplık olacaktı.

1950 yılında toprak sahibi köy ağalarının desteğiyle iktidara gelen Demokrat Parti’nin ilk yıkıcı girişimi Köy Enstitülerini, dünya klasiklerinin basımını gerçekleştiren Tercüme Bürosu’nu, gençlerin sanatsal yeteneklerini geliştiren Halkevlerini kapatmak olmuştu.

Yıkım sürüyor, 74 yıl sonra, 31 Mart 2024 Pazar günü bağnaz yöneticilerin önü alınmasaydı, laik okullar neredeyse tekkeye dönüştürülecekti...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Öğretmenden mektup 1 Kasım 2024
Okumaya geçiş 25 Ekim 2024
Katil yuvaları 18 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları