Mustafa Balbay
Mustafa Balbay mustafabalbay35@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Gerilimli Yıllar / 21

09 Temmuz 2009 Perşembe

Cumhurbaşkanı Denktaş, 2 Nisan’da Kıbrıs Rum tarafına 6 maddeden oluşan güven arttırıcı önerilerini sundu. Öneri, Kıbrıs’ın her iki tarafına uygulanan her türlü kısıtlamaların karşılıklı olarak kaldırılmasını, Maraş’ın yeniden iskâna açılması için Rumlara verilmesini, Türk tarafının Temmuz 2000’den itibaren BM Barış Gücü’nün dolaşımıyla ilgili olarak uyguladığı tedbirlerin kaldırılmasını ve iki taraf arasında karşılıklı saygı, hoşgörü ve anlayışın geliştirilmesi amacıyla bir uzlaşı komitesi kurulmasını öngörüyordu. Öneri, paketin kabulü veya uygulamaya konmasının, tarafların pozisyonlarına halel getirmeyeceği gibi, nihai bir anlaşmanın yerini almayacağını belirtiyordu. Denktaş, Papadopulos’a, önerisiyle birlikte, görüşme çağrısı yapan bir de mektup gönderdi. Papadopulos, 3 Nisan’da Denktaş’ın önerisini reddetti ve “Kendisiyle sadece BM çerçevesinde görüşebilirim” yanıtını verdi. Denktaş, 4 Nisan’da Papadopulos’a ikinci bir mektup göndererek görüşme çağrısını yineledi ve “Önerilerimiz masada duruyor” dedi. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül 5 Nisan’da KKTC’yi ziyaret etti ve KKTC’nin 2 Nisan’da Rum tarafına sunduğu önerilerini desteklediğini belirtti.

BM Güvenlik Konseyi, 14 Nisan’da, Annan’ın Kıbrıs raporunu oybirliğiyle onayladı. Raporda, çözüm çabalarının sonuçsuz kalmasından Türk tarafı sorumlu tutuldu, KKTC rapora tepki gösterdi.



Güney Kıbrıs AB’de

Avrupa Birliği’nin 16 Nisan 2003’teki Atina zirvesinde Kıbrıs Rum kesimi AB’ye giriş sözleşmesini imzaladı. Bu gelişmenin sonrasında Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis, 18 Nisan’da Rum kesimini ziyaret etti ve Rum kesiminin AB’ye giriş sözleşmesini imzalamasıyla ilgili olarak “Enosisi başardık” ifadesini kullandı.

Simitis, 19 Nisan’da KKTC’deki bazı muhalefet partilerinin yetkilileriyle Rum kesimindeki Yunan Büyükelçiliği binasında görüştü. Bu, adanın yeni bir dönemin başında olduğunun en önemli göstergesiydi.

Bu gelişme sonrası KKTC’den kritik bir diplomatik manevra geldi. KKTC Bakanlar Kurulu, 21 Nisan 2003’te yaptığı olağanüstü toplantıda, KKTC ile Rum kesimi arasındaki geçişlerin serbest bırakılması yönünde tarihi bir karar aldı.

Rumlar böyle bir karara hazırlıksız yakalanmıştı. Rum yönetimi, Türk tarafının böyle bir adım atmasını beklemiyordu. Rum Ulusal Konseyi, 22 Nisan’da toplandı ve KKTC’nin serbest geçişlerle ilgili kararını tanımadığını, ancak geçişleri engellemeyeceğini duyurdu. KKTC Bakanlar Kurulu’nun 21 Nisan’da aldığı karar, 22 Nisan’da Resmi Gazete’de yayımlandı ve 23 Nisan sabahı KKTC ile Rum kesimi arasında, belli kurallara bağlı olarak serbest geçişler başladı.
 

Rumlar KKTC'ye geçmek için saatlerce kuyrukta

İlk günlerde, beklenenlerin aksine, sınır kapılarına Kıbrıslı Türkler değil, Rumlar yığıldı. Rumlar, KKTC’ye geçmek için saatlerce uzun kuyruklarda beklemeyi göze aldı.

İlk iki haftada, gün içinde KKTC’ye geçen Rumların sayısı 30 bine kadar çıktı.

KKTC Bakanlar Kurulu, 29 Nisan’da da Rumların KKTC’deki otellerde 3 gün konaklamasına izin veren kararı aldı.

Rumların yoğun şekilde KKTC’ye geçmeleri ve buradaki otellerde konaklamaları, Rum yetkilileri rahatsız etti. Diplomatik alanda mevzi yitirmekte olduklarını anlayan Rumlar, karşı hamle yaptılar. Rum milletvekilleri, KKTC’de eski sahibi Rum olan otellerde konaklayan Rumlara para ve 2 yıl hapis cezası verilmesini öngören yasa tasarısını Rum meclisine sundu.

Bu noktada Türk tarafı bu kez uluslararası alanda diplomatik bir manevra yaptı. KKTC Bakanlar Kurulu da mayısta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ziyareti öncesinde yine bir dizi karar aldı. Kararlar uyarınca, KKTC’nin Temmuz 2000’den bu yana BM Barış Gücü’ne uyguladığı bazı kısıtlamalar kaldırıldı.
 

Türk tarafında yeni açılımlar

Sayısı daha sonra belirlenmek üzere, Rum öğrencilere KKTC’deki üniversitelerde burs verilmesi öngörüldü. Telekomünikasyon Dairesi’ne Rum tarafı ile telefon irtibatının sağlanması yönünde girişim yapması için yetki verildi, KKTC’de faaliyet gösteren GSM şirketlerinin Rum tarafıyla “rooming” anlaşmaları yapmalarına “yeşil ışık” yakıldı. Bütün bu açılımlar, Türk tarafının “uzlaşmacı” tavrının göstergesi olarak ortaya kondu.

Başbakan Erdoğan, 9 Mayıs’ta KKTC’ye yaptığı ziyarette, Ledra Palace Sınır Kapısı’nı da ziyaret ederek, Yeşil Hat’a kadar gitti ve KKTC’ye giriş yapmak için bekleyen bazı Rum ailelerle sohbet etti. Kıbrıs Rum yönetimi ise Erdoğan’ın ziyaretinden kısa bir süre önce Kıbrıslı Türklere yönelik önlemlerini açıklamıştı.

AB Komisyonu da 3 Haziran’da kendi paketini açıkladı. Bu pakette Rumların izi açıkça görülebiliyordu. KKTC, AB paketini, “Rum patenti taşıyan paket” olarak niteledi.

AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen, 17-18 Haziran’da Kıbrıs Rum Kesimi’ni ve KKTC’yi ziyaret etti, siyasi soruna bakılmaksızın Rum tarafının Mayıs 2004’te AB’ye üye olacağını söyledi.
 

Takas ve Tazminat yasası yürürlüğe girdi

Bu aşamada Türkiye de oldukça tartışmalı bir açılım yaptı. AKP hükümeti, haziranda Titiana Loizidu isimli Rum kadına tazminatını ödeme kararı aldı ve 2 Aralık’ta tazminatı ödedi.

KKTC, 2003 yılının yaz aylarında BM kanalıyla Rum kesimine çeşitli öneriler sunarak yeni girişimlerde bulundu.

KKTC’nin, Kıbrıs sorununun temelini oluşturan mal-mülk sorununun takas ve tazminatlar yoluyla halledilmesi amacıyla Türkiye ve Avrupa Konseyi’nin desteğiyle hazırladığı Takas ve Tazminat Yasası, 1 Temmuz’da yürürlüğe girdi. Rum yönetimi, vatandaşlarının Taşınmaz Malların Tazmini Komisyonu’na başvurularını engellemeye çalıştı.

Cumhurbaşkanı Denktaş, 11 Temmuz’da BM Genel Sekreteri Annan’a mektup göndererek Lefkoşa uluslararası havaalanı ve kapalı Maraş’ın BM kontrolünde ortak kullanıma açılmasını önerdi. Papadopulos, Denktaş’ın önerilerini “taktik” olarak niteleyerek reddetti.

Rum meclisi, 16 Nisan’da imzalanan AB’ye üyelik sözleşmesini 14 Temmuz’da onayladı.

Denktaş, 24 Temmuz’da da serbest geçişlerin yoğun olarak yapıldığı Lefkoşa ve civarının mayınlardan temizlenmesini önerdi.
 

Türkiye KKTC Gümrükbirliği Anlaşması

Türkiye-KKTC Ortaklık Konseyi toplantısı Girne’de yapıldı ve toplantının sonunda, 8 Ağustos’ta iki ülke arasında Gümrük Birliği Anlaşması imzalandı. KKTC, Kıbrıslı Türklerin Güney Kıbrıs’ta kalan gayrimenkulleriyle ilgilenecek bir büro da oluşturdu ve büro, çalışmalarına 4 Eylül’de başladı.

ABD, Kıbrıs’ta yıllık askeri tatbikatların karşılıklı iptal edilmesi için taraflara baskı yaptı; Toros ve Nikiforos tatbikatları yapılmadı. Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu, Rum kesimine yaptığı ziyaret sırasında, 10 Eylül’de KKTC’deki sol görüşlü siyasi partilerin yetkilileriyle Ledra Palas’ta bir araya geldi.



Baykal: Türkiye tam teslim oldu

CHP lideri Deniz Baykal’ın değerlendirmeleri 17 Nisan 2003 tarihinde Cumhuriyet’te birinci sayfadan ‘Türkiye tam teslim oldu’ başlığıyla şöyle aktarılmıştı: CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Mehmet Yıldırım ve beraberindeki heyetle görüştü. Baykal, bir soru üzerine, Kıbrıs Rum kesiminin AB’ye tam üye olarak kabul edilmesinin hem Türkiye’nin hem de AB’nin bu konuda izlediği politika açısından bir olumsuzluk çıktığını gösterdiğini söyledi. Baykal şöyle konuştu: ‘AB’nin sadece Güney Kıbrıs’ı AB’ye alması, AB’nin bütün müktesebatının, AB’nin kuruluşuna temel olan bütün ilkelerin Kıbrıs devletinin altındaki hukuki zeminin Kıbrıs Devleti Anayasası’nın tümüyle bir kenara bırakılması demektir. Hukuki sorunları çözülmemiş bir coğrafyayı devlet gibi kabul ederek AB’ye almak durumunda kalması, AB’nin izlediği politikanın iflas ettiğinin ifadesidir. Sadece Güney Kıbrıs’ın AB’ye girmiş olması, bizim izlediğimiz politika açısında da yenilginin ifadesidir. AB hukukunun Kuzeyde de geçerli olduğunu söylemek demek, Kuzey’i işgale teşebbüs etmek demektir.



Denktaş’tan Erdoğan’a ‘Göreve çağrı mektubu’

Cumhuriyet, KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın, Başbakan Tayyip Erdoğan’a yazdığı mektuba ulaşmış ve 5 Mayıs günü manşetten yayımlamıştı. ‘Göreve çağrı mektubu’ başlıklı haber şöyleydi:

“9 Mayıs’ta Kıbrıs’a gitmeyi kararlaştıran Erdoğan’ın mesajlarını Türklerin yanı sıra Rumlar da merak ediyor. Rumların Erdoğan’dan, ‘Bir miktar Türk askeri çekilecek’ mesajını beklediği öğrenildi. Denktaş’ın 14 Nisan 2003 tarihini taşıyan mektubunu Cumhuriyet ele geçirdi. Mektubun ilk bölümünde geçen 6 aylık süreci özetleyen Denktaş, Türkiye’nin taraf olduğu, Türkiye’ye garantörlük rolü veren 1960 antlaşmalarını anımsattıktan sonra ikinci sayfada şu değerlendirmeyi yaptı: ‘...Gözle görülebilen, Türkiye’nin temel bir hakkını ortadan kaldırmak eylemi karşısında Türkiye’nin gereken şekilde dinamik bir reaksiyon gösterdiğini söylememiz mümkün değildir. Şimdi de Rumlar açısından, 16 Nisan’da Türkiye’nin bu temel hakkı AB üyelerinin de katkısı ile yok etme merasimine Türkiye’nin katılması, bundan böyle, 1960 antlaşmalarına dayalı müdafaamızın inandırıcılığını değil, geçerliliğini bile gündeme getirmiş olacaktır. Türkiye, 1960 antlaşmalarından kaynaklanan bu temel hakka tecavüzü ‘Ada’da kolordum var; ben rahatım; ada, ikiye bölünmüştür ve KKTC’yi tanımak suretiyle yeni de facto bir durum vardır; bunu koruyup idame ettirmek suretiyle pazarlığı yürüteceğiz’ diyorsa, bu siyasetinin gerektirdiği tedbirleri almak yükümlülüğü doğar.

Bu şık benimseniyorsa, o zaman KKTC’nin tanınmasına önem verilmeli, ekonomik koşulları iyileştirecek tedbirlere öncelik verilmeli, KKTC vatandaşlarının aynı zamanda TC vatandaşlığı teşvik edilmeli ve dünyaya, 1960 ortaklığı yıkıldığına göre, Rum idaresinin AB müracaatı neticesinde alınacak kararların sadece Güney Kıbrıs’ı kapsayacağı duyurulmalı; aldığı kararlarla Kıbrıs sanki tek bir cumhuriyetmiş gibi davranan Güvenlik Konseyi’nin ‘görüşmelere devam’ kararları karşısında daha dinamik bir müdafaa başlatılmalıdır.’
 

‘Darbe girişimi’

Mektubunda Kıbrıs sorununun çözümlenmemesinin ana nedeninin, Güvenlik Konseyi’nin ‘meşru hükümet’ saydığı, Türk tarafını işgal altındaki azınlıklar olarak dünyaya duyuran Rum yönetimiyle müzakerelere devam edilmesi olduğunu vurgulayan Denktaş, bu sürecin Türk tarafına olan etkisini şöyle aktardı: ‘Yıllarca devam eden ve sonuç getirmeyen müzakereler, halkın bir kısmında ‘acele uzlaşma’ beklentilerini besler hale gelmiş, şu veya bu nedenle ekonomi darboğazlara girdikçe de verilen mücadelenin daima karşısında olmuş olan siyasilerin telkin ve teşvikleri ile bu beklenti, ‘her ne pahasına olursa olsun ve Türkiye’ye rağmen uzlaşma’ istemini yaygın hale getirerek kutsal değerleri de hiçe sayan hatırı sayılır grupların oluşmasına yol açmıştır. Kıbrıs’ta kendi çıkarları için ‘Kıbrıs Cumhuriyeti vardır ve Rumlar bu cumhuriyetin meşru hükümetidirler’ siyasetini benimsemiş olan ABD, İngiltere, AB son yıl içinde, paraları ve müdahaleleri ile içimizde darbe teşebbüsü denemeleri yaptıracak kadar ileri gitmişlerdir. Annan planının referanduma sunulmaması karşılığı ve Türkiye’nin de ‘olmazsa olmazlarımız’ konusunda net mesajlar vermesi neticesinde gittikçe anarşiye dönüşme görünümü veren bu gelişmeler şimdilik yatışmış görünmektedir. Bunların peşinde koşanların bir kısmı, aldatıldığını anlamaktadır. Ancak şimdi yeniden Annan planı çerçevesinde Kıbrıs’ta görüşmelerin başlaması ile günlük gösteriler yeniden başlayacak, burada ve Türkiye’de ‘AB doğrultusunda satın alınmış yazarlar ve medya’ harabiyetini arttıracaktır.’
 

‘De Soto devam edemez’

Denktaş, mektubun üçüncü sayfasında, ‘Önümüzde 1 Mayıs 2004’e, hatta Türkiye ile üyelik müzakerelerinin başlayıp başlamayacağının belli olacağı Aralık 2004’e kadar zaman vardır. Dolayısı ile derhal Annan planı çerçevesinde görüşmelerin başlamasına gerek yoktur. Hele bizce inanılırlığını ve güvenilirliğini tamamen yitirmiş olan De Soto ile ekibinin gözetimi ve müdahaleleri ile aynı ortamın devamını düşünmemiz bile bizi perişan etmektedir’ değerlendirmesi yaptıktan sonra şöyle devam etti: ‘De Soto’ya göre Annan planı çok nazik bir denge üzerine kurulmuştur. Bundan bir tuğla çekip alsanız bütün plan yerle bir olacaktır. Dolayısı ile yapılacak iş, planın çerçevesinde asgari, teknik tadilatlarla yetinerek boş sayfaları doldurmaktır. Yani bize ‘yeni kuruluş’, Rumlara da ‘1960 Cumhuriyetinin devamı’ olarak takdim edilebilen bu tefsire açık, haritası ve mal-mülk konusundaki yaklaşımı ve içimize yerleştirilecek Rumlarla bizi perişan eden, Türk garantisinin etkinliğini sıfırla çarpan bu planın öngördüğü yasaları ‘müşterek komiteler’ belirleyip hazırlayıp plana belirli bir zaman içinde ekleyip tamamladıktan sonra, şimdiden belirlenecek bir tarihte, ‘müzakere eden tarafların kabulü gerekmeksizin ve bunlar mutabakata varmamışken’ referanduma sunulması öngörülmektedir.

Böyle bir formatı kabul ettiğimiz takdirde, bunun sonucuna da katlanmamız gerekecektir. Referanduma halkımızdan ret kararı çıksa da Rum tarafı ‘Kıbrıs’ adı altında AB’ye üye olabilecek, biz yine askıda kalmış suçlu cemaat muamelesine tabi olacağız. Referandumda Rumlar ret kararı alsalar, netice yine değişmeyecektir. Annan planına göre, sadece plan ortadan kalkmış olacaktır. 40 yıldır devam eden adaletsizlik son bulmayacak, KKTC yine tanınmayacaktır. Yani, Rum-Yunan ikilisinin Enosis için başlattığı Kıbrıs meselesi Rumların ‘meşru hükümet’ olarak AB üyeliği ile taçlandırılmış şekliyle devam edecektir. O halde müzakereye ne hacet? Ya teslim olacağız ya da müzakerelerin dengelenmiş bir zeminde başlatılması için kendi parametrelerimizi kabul ettirmek için uğraşacağız. Bunu yaparken de iki devletin varlığından taviz vermeyeceğimizi, meselenin ‘uzlaşmaz bir Denktaş meselesi’ olmadığını, Türkiye’nin jeopolitik bir meselesi, Türk ulusunun haklı bir davası olduğunu devamlı surette vurgulayacağız.

‘Görüşülebilir, uzlaşılabilir, uzlaşmaktan yanayız’ dedikçe sonu gelmeyen müzakerelerde ömür tükettik ve Rumlara ‘Meşru hükümet azınlıkla görüşüyor; azınlığa hiçbir ülkenin vermeyeceği hakları da veriyor, fakat taksimci, uzlaşmaz odakların hizmetinde Denktaş her şeyi reddediyor’ diyerek puan toplamakta ve uluslararası mevkiini daha da güçlendirmektedir. Türkiye’nin Kıbrıs’ta milli çıkarları olduğuna göre aynı oyuna devam etmelerine müsaade edilmemelidir. Bizim buradaki direnişimiz Türkiye’nin Kıbrıs’ta çok önemli ve 1960 antlaşmaları ile tescil ettirdiği milli çıkarları vardır inancına dayanmıştır. Şimdi 1960 antlaşmasındaki hakların Rum-Yunan-İngiliz üçlüsü tarafından ne şekle sokulduğunu ve bunun karşısında Türkiye’nin tereddüt geçirdiğini gördükçe ne yapacağımızı biz de bilmez hale gelmekteyiz.’”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Umut ve mücadele! 21 Kasım 2024
Yine yeniden BOP! 20 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları