Yazgülü Aldoğan

Yeni dönem hayırlı olamıyor!

27 Ekim 2022 Perşembe

Medya, sansür yasası, haber alma hakkı, hakaret, ifade özgürlüğü, iktidar, muhalefet derken meslektaşlarımla 48 saat boyunca tartıştığımız bir Eskişehir ortamı yaşadık. Her şey birbirine girdi: Sansür yasasını konuşurken dokuz gazetecinin sabah karanlığında evlerinden, özellikle baskın yapılarak ters kelepçelenip kafalarına bastırılarak gözaltına alındığına tanık olduk. 24 saat avukatsız, aç susuz, kim bilir daha ne zulümle bekletilmek kaydıyla! Maksat terörist muamelesi yapmak. İki askerimizi yakarak katleden IŞİD’liye yapılmayan muamele. Yalan haber yazmışlar güya ama hepsinin Mezopotamya Ajansı’ndan olması tesadüf değil tabii, hani şu çok çocuk yapan etnik kökenden? 

Hoşgeldin yeni dönem!  

PROPAGANDA BAŞLIYOR

Neydi? Yeni Türkiye vizyonu mu, yüzyılı mı, öyle bir şov olacak. Bu şova “muhalif gazeteciler” çağrılmışmış! Muhalifliklerinden çok ekran yüzü olmaları önemli. Liste kabarıkmış? Gazeteciler olay mahallinde olmayı çok sever. Çünkü gazetecilik tanık olmak demektir, olayın, günün, çağın tanığı! Çağrılmadıkları zaman, ötelenmiş, itilmiş, kakılmış hissederler ki öyledir? Ama her yere mi? CB’nin bu tür toplantıları, siyaseten algı operasyonu yaratmak için hazırlanan büyük ölçekli propaganda toplantılarıdır ki Goebbels taktikleri geçerlidir: bayrak, flama, marşlar, kalabalık, ant içme törenleri, belli kıyafetler ve sloganlar, vb. Bunların dersini okuduk, okuttuk, biliyoruz! Bunun salonda kalmaması, kitlelere duyurulması lazım. Akreditasyon, yanlıştı, sadece kendi mahallene davul çalmanın alemi yok? Tamam uçağa yandaşlar binsin elbet ama büyük toplantılara herkesi çağır, meslek aşkına gelirler! İzlenim yazarlar, bu yasayla ters de yazamazlar, o mahalleye de sesini duyurmuş olursun! Çağrılmadığın için çamur atma diyebilirsiniz ama ben Ahaber bile izleyemiyorum, istediğimi yazamayacağım toplantıya niye gideyim? Ekran yüzleri gider, oyuna alet olur. 

HAKARET

48 saat bunu mu konuştunuz diye aklınıza gelmiştir, lafa ortadan daldım. Basın Konseyi Yüksek Kurulu olarak Eskişehir’de toplandık. 14 dosyayı görüştük, çok tartıştık. Demokratik biçimde “Oybirliğini” sağlayamadığımız, oyçokluğuyla yetindiğimiz kararlar aldık. Tabii ki hak, hukuk, etik, vicdana saygı duyduğumuz için. Yoksa başkanın ağzına baksak bir saat bile sürmezdi işimiz, Eskişehir’i de rahat rahat gezerdik. Yılmaz Büyükerşen Hoca harikalar yaratmış, Eskişehir, yeşil alanları, heykelleri, gençleriyle bir başka yazıyı hak eden Budapeşte, Prag gibi romantik bir Avrupa kenti olmuş. Keşke sadece Eskişehir’in değil de Türkiye’nin başında olsaydı! Sıcak ekmek faciası yaşanmayıp Yılmaz Hoca CB seçilebilseydi, Türkiye ne kadar başka bir ülke olurdu: sadece Eskişehir değil, bütün Türkiye, gençlerinin intihar ettiği, kaçmaya çalıştığı ya da kafaları eğdirilerek gözaltına alındığı değil, nehir kenarında el ele dolaştığı mutlu ve demokrat bir ülke! Üstelik “ben ekonomistim” deyip de enflasyonu patlatan değil, gerçek bir “kamu ekonomisi” hocası olduğu için dünya aleme borçlu değil, iki yakamız bir arada olurdu! Şimdi bu yazı hangi maddeye girdi? “İnsan yalnız başkalarına zarar vermekten korkmalı, bunun dışında korkuya yer olmamalı!” Dante demiş bunu, kızlar ne diyor meydanlarda: “Korkmuyorum, Susmuyorum, İtaat etmiyorum!”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları