Turgay Fişekçi
Turgay Fişekçi turgay@fisekci.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Masumiyet Müzesi

18 Eylül 2008 Perşembe

Orhan Pamuk, Yaşar Kemalden sonra dünya çapında okunan ikinci yazarımız. Üstelik tıpkı Yaşar Kemal gibi o da bu mutluluğa edebiyat alanı için genç sayılabilecek bir yaşta ulaştı. Yaşar Kemal, daha 39 yaşında ilk romanı İnce Memed ile İngilterede çok satan olmuştu. Ardından öteki ülkelerdeki başarıları geldi. Orhan Pamuk da uluslararası pek çok önemli edebiyat ödülünü kazandıktan sonra Nobele ulaştı. Artık ne yazsa, istese de istemese de dünyanın dört köşesinde okunacak. Onun yazma tutkusu, yazmayı hâlâ mesleğinin en zevkli yanı görmesi, daha pek çok yapıtının da geleceğini gösteriyor. Bu iki önemli yazarımızın romancılık anlayışları da dünyanın her yerinde okunma nedenleri de birbirinden farklı: Yaşar Kemal, geleneksel kaynaklardan gelen, Homerostan Karacaoğlana büyük anlatıcıların sürdürücüsü. Yarattığı özgün şiirli diliyle geleneksel anlatıları çağdaş romana dönüştürebilmiş bir yazar. Bir gün yeryüzünde Türkçe ortadan kalksa, Yaşar Kemalin romanlarıyla yeniden kurulabilir. O denli diline ve kültürüne bağlı. Orhan Pamuk farklı bir anlatıcı. Dil ve anlatım özelliklerine yöneltilen eleştirilere karşın çok usta bir kurgucu. Zengin imgelerle dolu anlatı dünyaları yaratıp dünyanın her köşesindeki okurları o dünyaya bağlayabiliyor. Yarattığı benzersiz roman dünyasıyla çarpıyor okurunu.

***

Orhan Pamukun yeni romanı Masumiyet Müzesi (İletişim Yayınları), yazarın önceki kitaplarına yöneltilen zor okunma eleştirilerine karşın kolay okunan bir kitap. Her bölümünde, her satırında ne denli usta bir kurguyla karşı karşıya olduğunu okuruna duyuruyor. Küçücük ayrıntılar, o denli ustalıkla birbirine bağlanıyor, anlatılan olaylar öylesine birbiriyle örtüşüyor ki, sanki üstün bir teknolojik ürünün kusursuz yapısına sahip. Üstelik bu kez kurgu dünyası romanın dışına taşıp kimi roman sahneleriyle objelerinin sergilendiği bir müzeye uzanıyor. Gerçek hayatın romana yansıtılması yerine, yazarın kafasında kurulan romanın gerçek hayata yansıması... Bu çok zekice buluşla yazarın, dünya romanını alışılanın dışında bir alana sürüklediği, bu çabasının da hayranlıkla karşılanacağı kuşkusuz.

Orhan Pamuk, roman geleneğimizin dışına çıkan bir yazar. Türk roman geleneği, aynı zamanda bir memleketromanı olma özelliği taşır. Ülkenin ve insanlarının sorunlarını sergileme, tartışma alanıdır. Orhan Pamuk, bu alanı Nişantaşı-Çukurcuma-Boğaz üçgenine indirgiyor. O alanı da kendi gerçeğinin dekoru olarak anlatıyor. Kahramanları bu üçgenin dışına yalnızca fabrikaya, havaalanına ya da otomobille Parise gitmek için çıkıyorlar.

Masumiyet Müzesinin çok acı bir konusu var. Umutsuz bir aşk hikâyesi. Böyle bir konuyu Kafka yazsa, okurunu karabasanlara sokar, intiharın eşiğine getirip bırakırdı. Orhan Pamuk, bu acıklı konuyu bir pembe dizi uçuculuğunda anlatıyor. Zaman zaman gerçek değil de gerçeküstü bir olaylar zinciri içindeymiş duygusu da uyandırıyor okurda. Gerçeküstü ve mizah öğeleri, romanı uçarı bir havaya sokuyor. Bence öpüşmenin güzelliğini anlattığı bölüm, romanın en maddi, hayata en yakın bölümü. Onun dışında çoğu zaman uzağımızdaki bir olayı izler gibi okuyoruz romanı.

Roman boyunca, bu kitabı dünyanın dört yanında insanların da okuyacağı, yeryüzünde paylaşılan ortak bir kültür ürününü okuduğum duygusu bırakmadı yakamı. Başka ülkelerden okurların romanda anlatılan yerleri, romandaki eşyaların sergilendiği müzeyi, hele hele roman boyunca kahramanların durmadan içtikleri rakıyı merak edecekleri, bu duyguların peşi sıra ülkemize geleceklerini hissettim.

Evet, Masumiyet Müzesi, pek çok başka özelliğinin yanı sıra ulusal içkimiz rakıya da bir güzelleme. Fethi Naci hayatta olsa, herhalde romanın en çok bu özelliğini beğenirdi.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yüz Yıl Önce Balkanlar 26 Aralık 2012

Günün Köşe Yazıları