Sungu Çapan

Savaşın dehşetinde büyümek

22 Ağustos 2020 Cumartesi

Değil haftanın, ayın, mevsimin en iyi fimlerinden ‘Boyalı Kuş’ gösterimde

Aylardır koronavirüsün pençesinde kıvrandığımız salgın döneminden bu yana yolunu unuttuğumuz sinema salonlarına unutulmaz bir filmle döndük bu hafta: “Boyalı Kuş”. Çek senarist-yönetmen Vaclav Marhoul’un Polonyalı yazar Jerzy Kosinski’nin 1966’da yayımlanmış ünlü romanından uyarladığı, geçen yıl seçildiği Venedik festivalinin en çok ses getiren filmlerinden, 3 saati aşkın “The Painted Bird-Boyalı Kuş”, beni resmen çarptı beylik deyişle.

Otobiyografik özellikler taşıyan ve Kosinski’yi dünya çapında üne kavuşturan bu roman, Nazi belasının ümmüğüne çöktüğü Avrupa’da büyük kıyımlara, milyonlarca insanın ölümüne yol açmış, 2. Dünya Savaşı atmosferinde şiddetin, tacizin, tecavüzün, zulmün her türlüsüne maruz kalan, yine de hep ayakta kalmaya çabalayan, masum bir Yahudi oğlanın inanılmaz mücadelesini anlatıyordu.

1940’lı yıllarda tankı, tüfeği, uçağıyla yaptığı yıldırım savaşları sonucunda tüm orta Avrupa ülkelerini işgal eden Alman tehlikesinden kurtarmak için ailesinin kırsaldaki yaşlı teyzesinin yanına yolladığı ama Marta Teyze’nin bir gece ansızın ölüvermesiyle yapayalnız ortada kalıveren Yahudi çocuğun başına gelenleri o etkileyici üslubuyla hikâye eden Kosinski’nin romanını layıkıyla görselleştirmenin üstesinden gelmiş yönetmen Marhoul.

Yöredeki cahil yobaz köylülerce uğursuz, lanetli, hatta vampir bile sayılan, kara kuru çocuğa, bilici ve şifacı bir kadın (Olga) kol kanat gerip uşağı gibi kullanıyor. Adını (Joska) filmin sonunda öğreneceğimiz çocuğu hastalanınca toprağa yatırıp iyileştiriyor, kargalardan kurtarıyor. Karısıyla ilişkisi var diye genç yardımcısının kaşıkla gözlerini çıkaran, kedileri de kızıştıran, Alman Udo Kier’in canlandırdığı kıskanç değirmenciden sonra tüylerini boyadığı ötücü bir kuşu gökyüzündeki öteki kuşları yakalamak için kullanan, yaşlı kuşbaz Lekh ile genç oğlanları üstüne çektiğinden ötürü, yöre kadınlarınca parçalanan Ludmilla çifti oluyor yahudi oğlanın bir sonraki durağı.

Atıldığı bok çukurundan çıkınca ona hep sevgiyle davranan, günleri sayılı, yaşlı bir rahiple (benzersiz Harvey Keitel) tanışan Joska’yı sonrasında oğlancı Garbos’a teslim ediyor rahip bilmeksizin.Ancak tacavücü Garbos’u aç fare sürüsüne yem ederek feci bir şekilde intikamını alıyor, gittikçe masumiyetini yitirip artık göze göz, dişe diş diyen küçük Yahudi kahramanımız.

İlk aşk derslerini aldığı seksi Labina’yla şehvetli günler geçiren Joska, artık Almanları alt etmeye başlayan ve onu adam yerine koyan Kızıl Ordu saflarına katılınca ve Stalin’in askeri Mitka’nın himayesine girince rahata eriyor.

Bunca badireyi atlattıktan sonra, üstünden geçen nice acı ve travmanın ardından ruhu bedeni onca örselenmiş berelenmiş, isyankâr bir suskunluğa boğulmuş ‘Joska’mız onu arayan ailesine kavuşuyor finalde.

Konusunu kabaca aktarmaya çalıştığım “Boyalı Kuş”, Kosinski’nin sarsıcı karakterlerle bezediği, kâbus gibi unutulmaz sahneler içeren romanını epsodik bir anlatımla perdeye taşıyan, uzun ama son derece etkileyici bir görselliğe eriştirilmiş, beylik deyişle meraklısınca kesinlikle kaçırılmayacak nitelikte bir seyir deneyimine davetiye çıkarıyor özetle.

Kameraman Vladimir Smutny’nin siyah beyazın dalağını yaran, olağanüstü kadrajlarıyla bezediği, son dönemin en başarılı uyarlamalarından biri saydığım bu müthiş film.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları