Şükran Soner
Şükran Soner soner@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Yeni Ortaçağ...

17 Temmuz 2014 Perşembe

Sabah sabah elektronik postamdaki çağrılar arasında İHD’den gelen 27. kuruluş yıldönümü çağrısını okurken buruldum... Kurucu yöneticiliğinde görev aldığım derneğin kurucuları arasında bugün aramızda olmayan güzel insanların anılarıyla bir ilgisi yok. Tam tersi onları anımsamak her koşulda içimi ısıtıyor. İç burukluğum, beyaz güvercin işlenmiş bluzlarımızı giyerek, çocuklarımızla uçurttuğumuz renkli uçurtmaların, gençlik, umutlu gelecek düşlerinden uzaklaşmış olmakla da ilişkili değil... 12 Eylül’ün en çok örgütlü solu, umutlu gelecek düşlerini ezen karabasan günlerinde, insan hakları için yola çıkışta, bugünden çok daha güçlü olan özgüven duygusu kaybından...
Sonuçta bu ülkenin insanları olarak yaşamımız boyunca eksikli gedikli de olsa kullandığımız, bilincine vardığımız insan hakları kayıplarımızın aranmasının peşindeydik... Doğrusunu itiraf edersek dernek çatısı altında örgütlenme gereksinimi cezaevlerindeki çok ağır baskılar, insanlık dışı koşullara karşı durma yürekliliğini gösteren tutuklu yakınları, bir avuç kadının, anne-kız kardeş-arkadaş girişimlerinin, onurlu dik duruşların kamuoyunu rahatsız eden çağrıları, uyarılarının ürünüydü. Bizde de rejimi demokrasi olan her ülkenin benzeri bir sivil toplum örgütü, İnsan Hakları Derneği kurulacaktı. Kaçınılmaz insan hakları ihlalleri algılama önceliğimiz de askeri darbe hukuku uygulamalarının insan hakları ihlalleri, hukuk uygulamaları, cezaevleri sorunlarıyla sınırlı gibiydi...
28 yıl sonra yargı bağımsızlığı, hukuk devleti düzeni ihlallerinin sivil iktidarlar eliyle bu kadar çok boyutlu, bu kadar ağır ihlallerin yaşanabileceğini değil öngörmek, akıldan geçirmek olanaksızdı... Yıldönümü etkinliği tarihinde ülkemizin pek çok kentinde birden savaştan kaçmış, siyasi erkimiz, iktidarımızın doğrudan sorumlu taraf rolüne düştüğü Suriye yangını, kanlı iç savaşından kaçmış milyonların en büyük sosyal sorunlarımızdan biri olacağını, çatışmalar gündemine girebileceğini hiç aklımıza getirebilir miydik? Dünün en sıcak haberlerinde Gaziantep, Kahramanmaraş, Adana’da sokaklarda mayın gibi dolaşan Suriyeli sığınmacılar ile varlıklarıyla kaygıya, korkuya, öfkeye kapılmış vatandaşlarımız arasında çatışmaların olabileceğini, polisin silah, gaz kullanarak çatışmaları güçlükle durdurabildiği görüntüleriyle vardı. Daha vahimi sınırın öte yakasında IŞİD ile Rojava Kürtleri arasında yaşanan kanlı sıcak çatışmalarda dayanışma için bir grup vatandaşımız sınırı geçerek savaş alanına yürüyorlarken sınırın bizim tarafımıza düşen topraklarında, oradaki çatışmada ölmüş vatandaşımız gencin cenazesi bir başka taşlı-sopalı, yol kapatmalı polis jandarma çatışmasının konusu oluyordu...

***

Dünya, Ortadoğu’da seyreder gibi durduğu, aslında sonuçlarından sorumlu olduğu “Yeni Ortaçağ” orijinal adıyla da kendi yaşamından uzak tutmaya çalıştığı kanlı çatışmaların sonuçlarından öyle ya da böyle payını almakta... Emperyal çıkarlar, sistemin ayakta kalmasının olmazsa olmaz koşulları gibi üretilmiş, terör örgütleri, tetikçilerinin elinde en ilkelinden en modernine silah ve teknoloji ile yaşanan vahşete, ırklar, mezhepler, aşiretler çatışmalarına uzak kalamamak keşke medya gücü, sosyal medya teknoloji, olanakları ile sınırlı kalsa... Yangını ateşleyen çok az elde toplanmış, en büyük emperyal sermaye, siyasi iktidar odakları... İnsan hakları kayıplarında, yoksullaşma, yoksunlaşma en insanlık dışı yaşam koşullarına sürüklenmede en büyük payları alanlar milyarlarla sayılıyorlar.
Birinci elden taraf rolüne sürüklenenler, çatışmaların odağındakilerde, aklın, bilimin, insanlığın sözünün geçerli olabileceği örnekleri verebilmek giderek zorlaştıkça, çok çarpıcı bir gerçeklik insanlığın yüz kızartıcı suç ortaklığına dönüşüyor... Ateşli silahların, bombaların kor alevlerinin yaktıkları; katliam talimatlarını veren, deli gömleği giymiş gibi davranan, müritlerinin taptıkları liderler ve çevrelerinden çok kadınlar, çocuklar, çatışmaları hiç ama hiç istemeyecek sıradan yoksullar oluyor... En kötüsü çatışmanın taraflarını bu kanlı iç savaş bataklığına çeken kaosun asıl sahiplerinin, kuklaları oynatan parmaklarının savaş, yangın alanlarının çok uzağında, düzenin çarklarının işleyişin karar merkezlerinde olduğunu bilmeyen yok...
Bu “Yeni Ortaçağ” insanlık, insan hakları için karabasan kâbusun, kanlı çatışmaların, yüzyıllar gerisinde kalmış, ilkel vahşet, kanlı öfke, ötekileri yok etme güdüleriyle hortlayışın çok genel nedenlerinde gerçekçi olmak, kendimiz, çocuklarımız, insanlık adına sağlıklı duruşlar sergileyebilmede başlangıç olsa da çok bir işe yaramıyor... Yeni Ortaçağ’ın kor alevleri, yangını, yoksul Güney, İslam, enerji kaynakları üstündeki Ortadoğu dünyasını hızla içine çekiyor. Sınırlarımızdan içeriyi yalayan alevlerden sorumlu iktidarları, örgütlenmeleri, ittifakları, ayrımcılığa çeken her türden yeni ortaçağ yaklaşımlarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içindeki barış ve güvenlik korunabilir mi?
İnsan haklarının evrensel değerlerini, kriterlerini, özgürlük, ayrımcılık sınırlarını bir daha, bir daha doğru okumaya çalışsak? Nerelerde insan haklarından yola çıkıp insan haklarının katli tuzaklarına oyuncak olacağımızı görmeye çabalasak?..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları