Şükran Soner
Şükran Soner soner@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Çözüm Süreci HDP, Tezkere MHP’yle...

02 Ekim 2014 Perşembe

İktidarlarının, Irak-Suriye sınırlarımızdaki yangınla, işin içinden nasıl çıkılacağına akıl sır erilemeyen sorunlar yumağında, “çözüm” destekli tezkere formülünün bir ayağında HDP, diğer ayağında MHP ittifakı var. Dünkü gelişmelere göre HDP ucu çok açık, Suriye ağırlıklı tezkerenin çok esnek, HDP’nin Rojava tezi için çok riskli sonuçları da olabilecek içeriğine siyaseten “evet” deme sorumluluğunu almıyor. Ancak son günlerin sıcak gelişmelerinde yara alan “Barış Süreci”ne ilişkin güven tazeleme atakları, görüşmelerinde üzerine düşenleri yapıyor.
İktidarın tezkeresine doğrudan destek ilanı MHP’den geliyor. MHP ülke güvenliği, TSK’nin rahat hareket edebilme koşullarını yaratma gerekçeleriyle pek çok yanını eleştirdiği İktidarlarının tezkeresine “evet” oyu vereceklerini duyuruyor. Üniversitelerde IŞİD’i protesto edenlere saldırılarla şiddet dozu giderek tırmanan çatışmalar yaşanırken... Ağırlıklı Kürt cephesinden sınır hattı üzerinde kitle eylemlerinin dün de şiddet dozları tırmanır, yine jandarma-polis çatışmalarına sahne olurken... Başbakan Davutoğlu-HDP Eşbaşkanı Demirtaş görüşmesi, sonrasında olumlu geçtiği açıklamaları, HDP heyetinin dünkü Apo görüşmesi, bir günde barış sürecinin bozulduğu havalarının düzeltilmesi çabaları olarak kamuoyuna sunuluyor...
Siyasette ayrı ayrı gündemler, sorunlara ilişkin iktidarların başka partilerle ittifak yapmaları, ittifakların gündemlerine göre ideolojileri, ülkeye bakışları, sorunlara çözüm reçeteleri çok farklı partilerle uzlaşmaları kuşkusuz çok doğal, demokrasinin gereği olarak kabul görebilir. Bizdeki çarpıklık, ülkenin geleceğinde yaşamsal sonuçları olan, ortak sorunlar yumağının ürünü arayışlarda halkı birbirine düşüren en zıt arayışların savunucularının bir biçimde yürünecek ortak yolda, çatışıyor görünüp dolaylı ittifak yaptıklarını ortaya koymaktan uzak durmaları. En acımasız sonuçları ile halkı, ülke vatandaşlarını farklı değerler ve inançlar ekseninde birbirleriyle çatıştırmanın siyasetini yaparken çaktırmadan ortak sorumluluklarda ittifak yapmaları.

***

Ülkemizin rejimi, insan hakları, demokrasisi açısından en önemli tehdit ise İktidarlarının 12 yıllık yürüyüşünde, söylem ve programlara göre savunulanlar ile, icraatlar arasındaki uçurum düzeyinde çelişkilerden çıkıyor. Anayasal, yasal hukuk devleti düzenimize göre Türkiye Cumhuriyeti halen laik, kuruluşunun temel değerlerini koruyor konumda... Oysa Cumhurbaşkanı, Başbakan, ilgili gündemlere bağlı sorumlu bakanların söylem ve icraatlarına bakıldığında; laikliğin, hukukun ayaklar altına alındığı, otoriterliğin giderek güçlendiği bir düzen kök salmış durumda. Basın özgürlüğünün rejimi demokrasi olan ülkeler içinde en gerilerde kaldığı, yaşamın her alanında kuralsızlığın egemen olduğu, toplumu aklın, bilimin egemen olduğu ilişkiler ağından koparıp, ortak tek değer insan olmada buluşturan yapılanmanın, toplumsal örgütlülükler kazanımların çözüldüğü bir geriye sürükleniş yaşanıyor...
Cumhurbaşkanı Erdoğan dünkü Meclis açılış konuşmasında da tarafsız Cumhurbaşkanı yerine İktidarlarının başı vurgulamalarında, İktidarlarının 12 yıllık başarı süreçlerinin, kazanımlarının övgüsünde... Türkiye 12 yıl öncesinin çok gerisinde, yaşamın her alanında insani gelişmişlik karnelerinde zayıf üzerine zayıf not alırken... Katlanan kutuplaşma, cepheleşmenin sorunları bir yana yaşam düzeni, rejimi üzerinden çok kaygı duyulması gereken bir kimlik, yol ayırımını yaşıyor... İktidarları kadroları dindar ve kindarlığı simge yapmış, İslamın bir mezhebi üzerinden yürüyüşleri ile istedikleri kadar övünsünler, gelinen noktayı ülkenin demokratikleşmede büyük yol alışı olarak pazarlasınlar...
Dünya düzeni içinde Türkiye’nin gerçek yerine, insan hakları, demokrasi, laiklik, insani gelişmişlik verilerine, bize biçilen rollere, yerlere bakmaya bile korkar olduk... Hâlâ dünya düzeninde en etkili söz söyleme hakkını kendilerinde gören ABD’nin Başkanı Obama, hem de Ortadoğu’daki son gelişmeler, IŞİD ile savaş gündemi üzerinden olumlu sözler söylerken, Türkiye’nin almak zorunda olduğu önemli rolün altını çizerken ne dedi? “Müslüman Türkiye” tanımını yaparken kastının kötü olmadığını, iyi niyetle nüfus çoğunluğunun inancına dayandığını varsaysak bile... Biçilen roller, eleştiriler, düzenlenen raporlar, iktidar icraatları, zikzakları ile beslenen gelişmeler, hele de bizim ödemek zorunda kaldığımız bedelleri yenilecek yutulacak gibi değil...
Evet biz coğrafi konumuz ile ABD’den duyurulduğu gibi, IŞİD operasyonlarında ittifakın içinde olamamak gibi bir konumda değiliz. Dünya insanlık dramını seyrederken miyonlarca ölümden kaçan en çaresiz ağırlıklı kadın ve çocuk yoksunlar, yoksullar bize sığındılar. Dünyanın en zenginleri, sorumlu oldukları bu dramda bu çaresiz insanların bakılması sorumluluğunu bile bizimle paylaşmak zahmetine katlanmıyorlar... Ama onların yarattığı bataklıkta, onlar askerlerini harcamak niyetinde değillerken, bizim sorumlu olmadığımız iç savaşlar, Irak-Suriye bataklıklarının siyasal İslamcı ile ırkçı terör örgütlerinin yarattıkları kaosunun bedelini ödemek, askerimizle bu bataklığa çekilmek zorunda mıyız?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘5N1K’ 26 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları