Şükran Soner
Şükran Soner soner@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Cenaze Kaldırmada İlk Sıradayız...

17 Mayıs 2014 Cumartesi

Doğrusu başka ülkelerle karşılaştırmalı elimizde veriler yok. Ancak kimi gelişmiş demokrasilerde insanların bağlı oldukları kiliselerin, inançları bağlantılı cenaze kaldırmaya ciddi emek verdiklerini, harcamalar yaptıklarını biliyorum. Bizde ise İktidarlarının sosyal devlet hizmetlerine karne vermek istesek en iyi notun dini hizmetler, cenaze kaldırmada katkıları olduğunu söyleyebiliriz
Şeytanın avukatlığını yapmaya kalkarsak; ideolojik olarak yine demokrasilerde örneği olmayan bir katkının imam hatip okullarına yapılması, ayrıcalıkların tanınması bağlantılı, bu okullardan mezun olanları açıkta bırakmama, Diyanet kadrolarından finanse etme kararlılığının kaçınılmaz sonuçlarından biri olduğunu söyleyebiliriz. Bol bol imam kadrosu ile en büyük bütçeli Diyanet kotasından kamu hizmetine alınanlar sonradan İktidarlarının kadrolaşmasında başka bakanlıklara kolaylıkla aktarılabiliyor, yenilerine yer açılabiliyor. Yaşanarak görüldüğü üzere eğitim bütçesinden imam hatiplere ne kadar torpil yaparsanız yapın, üniversitelere girişte ne kadar ayrıcalıklı konuma getirirseniz getirin, yaşamın her alanında nitelikli diplomaların, mesleğin sahibi yapmak kolay değil. Dört koldan ayrımcılık, Diyanet’te imam kadroları öncelikli katlanma, bütçe torpili farz oluyor.
Her neyse; annemi, babamı, sevdiğim yakınlarımı toprağa verdikçe, cenaze kaldırma işlemlerinde İktidarlarının yaratılmış sosyal devlet işleyişinden hoşnut kalmamak olanaksız. Devlet kurumlarının hiçbirinde örneği olmayan, insanları en acılı günlerinde rahatlatan bu işleyişe alışkın olmadığımız için, şaşkınlığın egemen olduğu bir hoşnutlukla kabul ederken “Demek ki isteyince oluyor, demokrasilerde sosyal devlet kriterleri yaşamın her alanında işte böyle işlerse, insani gelişmişlikte bir yerlere gelebiliriz” diye düşünmemek olası değil...

***

Soma’da, bu çağda yaşanan en kara işçi katliamında, olay yerine kitlenmiş canlı yayın programlarında, farklı renklerde haberler verme çabasındaki gazeteci arkadaşlarımız... Görüntülerin de dramatikliği ile doğrudan orantılı ölen işçiler için yan yana kazılmış mezar yerleri, cenazelerin ilk alındığı soğuk hava deposu, cenazelerin çıkarıldığı ocağın kapısı önünde bekleşen acılı ailelerin öykülerine uzanırlarken... Cenazelerin kaldırılması süreci içindeki hizmetlerin her ayrıntısına, sonuçta saatleri bulan yayın payı ayırmış oluyorlar.
Gerçekten acılı aileye yönelik en güzel geleneklerimizin arasındadır, ölü evine “ölmüşlerin ruhuna gitsin” diye, yakınların, komşuların yemek götürme yarışları... Ölenler çok, ülke olarak hepimizin ayıplı, çeşitli derecelerde sorumlu olduğu kitlesel işçi cinayetleri olunca, bu güzelim geleneği de bilerek ya da bilmeyerek kirletiyoruz. Suçluluk, sorumluluk algılamasında aklanmak gereksinimi bağlantılı İktidarları cephesinden hizmetler yarışına, vitrine dönüşmüş bulunuyor. Yaşarlarken yaşam güvenceleri için yapılması gerekenleri, sorumlulukların gereğinin yerine getirilmesini unutun. Arama kurtarma işlemlerini aksatan İktidarlarının vitrin şov ziyaretlerinin eleştirilmesine de girmeye gerek yok; medyada yeterince ayrıntılı tartışıldı...
Dünyanın en ucuz ücretle, en ağır maden işçiliğine mahkûm edilmişlerinin, böylesi acımasız, çağdışı koşullarda iş cinayetine kurban edilmelerinden suçlular cephesinin, mezar başlarında, ölü bedenlerin ailelere verilmek üzere bekletildiği soğutma merkezinde, ölü bedenlerin çıkarıldığı madenin kapısı önünde bekleşen acılı ailelerinin, çaylar, kazanlarda pişirilen çorbalar, pilavlar, okunan dualarla gönüllerinin alınmaya çalışılması, bunlarla övünülüp medyatik görüntü vermede yarışılması, doğrusu acıyı sarmaktan çok, bana göre sırıtıyor, acıyı dağlıyor. Hele de gıyabi cenaze namazları yarışının siyasi şova dönüşen dünkü görüntüleri... İş cinayetlerine, kömürden kara bir katliama, emek sömürüsüne, canlarına mal olan suçlar, suçlular halkalarının iç içeliğinde... İktidar-yandaş sermaye kirli çıkar ilişkileri ağının karartılmasını getirebilir mi?
Yılların değme deneyimli gazetecileri Soma’daki tanıklıklarının şokunda, dünyanın en ağır, en riskli işçiliğindeki düşük ücretlerin, ilkel çalışma koşullarının, can pazarının sergilendiği çaresizliğin boyutlarının şaşkınlığında...
Profesyonelliklerine leke olabilecek insancıl tepkiler veriyorlar. Sanki ilk kez bizdeki emek sömürüsünün boyutlarını, insanlık dışı çalışma koşullarına tanık olmuşçasına isyanlarda, kimi çok bildik gerçeklerin sorgulamasında takılıp kalıyorlar... İşsizliğin, çaresizliğin ezdiği, köleleştirdiği insanların öznel koşulları için çok sıradan kimi davranışlarını bile anlamakta zorlanıp, reklamdaki “masum bebeğim” esprisine yaraşır sorular yöneltebiliyorlar. Yaşam odalarının olup olmadığı, verimli işletmecilik olarak yutturulan çağdışı kölelik düzeni, emek sömürüsü, dibine kadar kirli siyaset-sermaye ilişkilerine yönelik sorgulamalarıyla... Bildik kirli düzenin kirli çamaşırlarına dolanıyorlar...
Ayaklar yere değemese bile Soma işçileri çağdışı katliama kurban edilişleri ile Pandora’nın kutusunu açtılar.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları